22 Eylül 2014 Pazartesi

Küreselleşme ve Oluşum Evresi



Küreselleşme ; ülkelerin ekonomik ,siyasal , sosyal ve teknolojik açıdan bütünleşmesi ve dayanışmasıdır.

Son çeyrek yüzyılda hızlanan ve küreselleşme olarak nitelenen sürecin ortaya çıkmasında bilişim ve iletişim teknolojilerindeki hızlı değişim, ulaştırma maliyetlerinde azalma ve bunların üretim teknikleri ve piyasaların bütünleşmesi üzerine yarattığı köklü değişiklikler kuşkusuz önemli ölçüde etkili olmuştur.  Bugünkü küreselleşme sürecinin kökenleri neoliberalizmin 1970’li yılların sonlarında başlayan yükselişiyle yakından ilişkilendirilebilir. Öte yandan İkinci Dünya Savaş’ını izleyen yirmi beş – otuz yıllık dönemde özünde 1870 – 1913 yılları arasına düşen birinci küreselleşme döneminin kimi önemli izlerini taşımakta ve ona dönüş işaretleri vermektedir. Bu dönemde, dış ticaret serbestleştirmesi yolunda önemli adımlar atılmış olması, çok uluslu şirketlerin önem kazanması, üye ülkelerin iktisadi bütünleşmesi amacıyla oluşturulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun dünya ekonomisi içindeki etkisini arttırması ve başta Batı Avrupa’ya yönelik olmak üzere işçi göçünün önemli boyutlara ulaşması bu doğrultudaki gelişmeler arasında yer almaktadır. Ancak bu dönemin küreselleşme olarak nitelendirilmesini engelleyen iki temel unsur bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda siyasal anlamda bağımsızlıklarına kavuşan az gelişmiş ülkelerin, serbest piyasa ağırlıklı politikalar aracılığıyla dış dünya ile bütünleşmek yerine devlet önderliğinde içe dönük sanayileşme politikaları uygulamayı yeğlemiş olmaları ve sanayileşmiş kapitalist ülkelerin de Soğuk Savaş’ın etkili olduğu bu dönemde bu gelişmeye göz yummuş olmalarıdır. Bu bağlamda ikinci temel unsur ; bu ülkelerin birçoğunun doğrudan yabancı sermaye konusunda dikkatli ve hatta kuşkulu bir biçimde yaklaşmaları ve dış yardımlardan medet umarak devletten devlete borçlanmayı ön planda tutmaları ve uluslararası finans piyasalarının büyük ölçüde dışında kalmalarıdır.

1970’li yılların sonunda, aynı amaçlar doğrultusunda birlikte hareket etmeye başlayan IMF ve Dünya Bankası’nın katkılarıyla neoliberal ekonomi politikaları az gelişmiş ülkelerin büyük kısmına hızla yayıldı. Bu politikalar mal ve faktör piyasalarında fiyat müdahalelerinin kaldırılması, dış ticaretin ve  finans piyasalarının serbestleştirilmesi , kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi, doğrudan yabancı yatırımların ve dış finansal akımların serbestleştirilmesi, eğitim ve sağlık başta olmak üzere sosyal hizmet alanlarında özelleştirme eğilimlerinin yaygınlaşması ve iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi gibi amaçları ön planda tutarak bu ülkeleri dışa açık serbest piyasa ekonomisi 
doğrultusunda dönüştürme yolunda etkili olmuştur.

1973 – 1980 dönemi, 1980 sonrasında ivme kazanacak küreselleşme sürecinin ortaya çıkması açısından önemli gelişmelere sahne oldu. Petrol ihracatcısı ülkelerin ellerindeki petrodolarlar içe dönük sanayileşme stratejileri uygulayan ülkelerin artan finansman gereksinimini karşılamak amacıyla sanayileşmiş ülkelerdeki finans kuruluşları yoluyla az gelişmiş ülkelere yönlendirilmeye başlandı. Bunun sonucunda, kısa süreli önemli bir artış gösteren uluslar arası özel finansal akımlar, bir yandan az gelişmiş ülkelerde uygulanmakta olan içe dönük sanayileşme modelinin bir süre daha sürmesine olanak tanırken, diğer yandan özel finansal piyasaların önemini arttırarak şimdiki küresel dalganın öncü bir unsuru oldu.

Yukarıda belirttiğim gibi 1980’li yılların başlarında neoliberal iktisat politikalarının da katkısıyla hız kazanan küreselleşme süreci , dış ticaret, yabancı sermaye ve özellikle finansal akımların hızla artmasında ve çok uluslu şirketlerin etkinlik alanlarının genişlemesinde önemli bir rol oynamıştır

8 Eylül 2014 Pazartesi

Türkiye 2023 hedeflerine ulaşabilir mi?



Bildiğiniz üzere 62. Hükümet programında belirtilen güçlü ekonomi vurgusu 2023 hedefleri doğrultusunda oldukça sağlam temellere dayanan bir vurgudur. Nitekim 14 yılda sağlanan siyasi istikrar neticesinde uygulanan ekonomi politikaları ülke ekonomisini güçlendirmiş, yatırımlar artmış , enflasyon ve faiz tek haneli rakamlara inmiş, finans sektörü güçlenmiş ve  merkez bankasının bağımsızlığı ile gelen bu istikrar sürdürülebilir bir hal almıştır.
Türkiye’nin  2002 ‘den bu yana “siyasi istikrar” ve “güçlü ekonomi”  politikasına oldukça fazla önem veriyor olması ekonomi politikalarında başarıya ulaşabileceğimizin işaretlerini vermektedir. Enflasyon ve faiz açısından baktığımızda Türkiye 2002 öncesi %38’lik enflasyonla ve %63 olan borçlanma faiziyle deyim yerindeyse hasta adam statüsünde rol oynamaktaydı. 2002 sonrası sağlanan istikrar neticesinde Merkez Bankası yasasında bir takım düzenlemeler, ekonomide yerine oturtulan bir politika anlayışı, para ve maliye politikalarının titizlikle sürdürülmesi geleceğimize ışık tutan bir önermenin devamlılığıdır.
2023 hedefleri doğrultusunda oluşturulan 62. Hükümet programı özellikle AR-GE’ye , inovasyona , finansal istikrar’a verilecek önem, gelecek açısından umut verici bir durumdur. Fakat yıllardır hala yarasını saramadığımız “eski köye yeni adet getirme” geleneğinin devam etmesi, halkın refahının artması sonucu oluşan tasarruf açığı, büyüme hedefleri doğrultusunda önüne geçilemeyen bir cari açık , ulusal paramızın diğer ulusal paralara göre değersiz olması , hükümetin programlarında belirtse de hala İnovasyon ve AR-GE’ye yeterince önemin verilememesi 2023 hedefleri önünde büyük engeller oluşturmaktadır. Bu engeller ortadan kalksa da bu hedefte belirlenen 500 milyar dolarlık ihracat ve 2 trilyon dolarlık GSYİH hala aynı anlayış doğrultusunda gidildiği taktirde ulaşılması çok zor hedeflerdir.
Buraya kadar anlattıklarım daha çok 2023 hedeflerine ulaşmanın Türkiye’nin şu anki ekonomi ve AR-GE politikalarıyla zor göründüğüydü. Peki 2023 hedeflerine ulaşmamız için bize düşen görev nedir? Ulaşmak neden bu kadar zor ? Bildiğiniz üzere özellikle belirli üniversitelerde girişim odaklı çalışmalarda bir artış görülmektedir. İnovasyon yapılan yatırımlarla ve kongrelerle gençlere aşılanmaya çalışılmaktadır. Genç nesil teknolojinin ilerlemesi ile daha çok çalışma ve araştırma yapma potansiyeline doğru sürüklenmektedir. Bütün bunlar gençlerin geleceği için bir teşvik niteliğinde olsa da maalesef yeterli düzeyde eğitim alamayan gençler çoğu teşvikleri , finansman kaynaklarını , uygulamalı eğitimleri bilmemektedir. Gençlere asıl aşılanması gereken şey ; geleceğine ışık tut sloganı ile girişimciliğe karşı duyarlı , inovasyona karşı hevesli , özellikle tasarrufa karşı tutumlu bir tavır takınmalarının ne kadar önemli bir durum olduğudur. Gelişmiş ülkeler sadece gençler ile değil yaşadıkları tecrübelerle , inovasyonla , tasarrufla şuan dünyanın sayılı ekonomileri haline gelmişlerdir. Bir örnek verecek olursak Çin ekonomisinin bu kadar ileri seviyelere gelmesinin en temel nedeni ; tasarruf bilinci ve disiplinli yetiştirilen gençlerdir.
Bu yüzden ülke ekonomisine katkıda bulunmak bizim ülkemiz açısından biraz zordur. Bu zorlukları aşmak ve tüm engelleri sabırla geride bırakmak için sadece hükümetin değil bizlerinde inovasyona ve AR-GE’ ye önem vermemiz gerektiği aşikardır. Girişimci gençlerin yetişmesi ve bu gençlerle ülkenin gidişatına katkıda bulunmamız gerekir. Sadece imalat sanayi ile 2023 hedeflerine ulaşmak sadece hayalden ibarettir. Yeni kurulacak olan bilişim vadisi ile bu açıdan oldukça önemli bir projedir. Böylesine büyük yatırımların ve projelerin devam etmesi “Güçlü Ekonomi” anlayışının kararlılıkla sürüdürülmesi açısından olumlu bir tutum sergileyeceğinden hiç şüphem yok.
Süreklilik” başarıya giden yoldaki tüm engelleri yok etmesiyle meşhurdur.

https://twitter.com/GkhnAktoprak

56 Yaşında Hayat Gözlerini Yuman Milyarder Steve Jobs'un Yazdığı Son Yazı

İş yaşamında büyük başarılara ulaştım. Kimilerinin gözünde yaşamım başarının simgesi, fakat işin dışında çok az neşem oldu benim. İşin sonu...