3 Kasım 2014 Pazartesi

Üstün Çabamız : Tasarruf Bilincinin Yetersizliği


Üstün Çabamız : Tasarruf Bilincinin Yetersizliği

İşleyeceğim konuda öncelikle tasarruf politikası hakkındaki görüşlerim ve cari açıkların tasarruflarla, inovasyon dediğimiz yenilikçi ürünlere verilecek teşviklerle azaltabileceğimizi vurgulayacağım.

Tasarruf deyince halk bunu yastık altı kavramına binaen parayı saklayıp harcamamak gibi algılıyor. Yıllardır süre gelen alışkanlıklarımızdan birisi de yastık altı diye tabir edilen bu unsurdur. Peki neden yastık altı? Türkiye’de yıllardır süren ve günümüzde de geçerliliğini sürdüren gelir adaletsizliği ;tasarruf yapabilecek kişileri bile olumsuz yönde etkilemektedir. Bir tarafta para ile duş alan şahıslar varken diğer tarafta gururu ile para kazanan emeğinin karşılığını dahi zar zor alan bir iş gücü ve emek faktörü var. Anayasal İktisatta da bildiğiniz üzere 3 unsur olmazsa olmaz ve bütünleştici yapıya sahiptir. Bunlar hukuk , siyaset ve ekonomidir. Bu üç unsurun bir tanesini eksik olması dahi tasarrufları, yatırımları, hane halkının gelirini, halkın refahını olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Sorunun çözümü aslında kolay olsa da günümüz açısından baktığımız zaman oldukça zor gözüküyor. Iphone 6 çıktıktan sonra kapısında oluşan kuyrukları herkes görmüştür. Gösteriş ( zübbe ) mallarının halk tarafından bu kadar çok ilgi çekmesi ve bir aylık gelirinin ıphone 6 fiyatından daha az olan bir maaşa çalışan gençlerin ve ya orta yaş gurubunun tasarrufla ilgili ne kadar bilgiye sahip olduğu tartışılabilecek bir durumdur.

Halbuki tasarrufla ilgili önceki yazılarımda da belirttiğim gibi ; Tasarruf deyince aklıma Çin geliyor. Çinde 1990 tarihli bir posterde genç ,yakışıklı ve geleneksel bir kahraman olan Lei Feng gülümseyerek kumbaranın üzerine “tasarruf et” yazıyor. 1990’larda caddelere büyük kırmızı pankartlar asılıyor ve : “Tasarruf etmek muhteşemdir.” Tasarruf etmeyi herkes için bir yurtseverlik görevi haline getiren bu kampanyalar, bugünkü Çinde yüksek tasarruf oranlarının zeminini hazırlamış bulunuyor.

Yatırımlar ile iç tasarruf oranları arasındaki anlamlı ilişki ekonominin yönünü belirlemektedir. Yani bir ülkede yatırım yapmanın anahtarı bir nevi iç tasarruf oranlarıyla alakalıdır. Tasarruf arttıkça teori gereği yatırımlarda artar konjoktürel gereği içine hapsolunan kapılar açılır ve her koşulda düzlüğe çıkılabilir. Bunu başarabilen ülkeler şuan Dünya’ya hükmedebilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse Dünya’daki 57 İslam ülkesi 1 Almanya etmiyor. Neden diye sorarsanız? Sadece Alman disiplini demek yeterli olacak diye düşünüyorum.

Tasarruf politikası oluşturmamız gerekirken hala somut bir veri dahi elimizde bulunmazken bu ülkede tasarruflar %15’in daha da altına ineceği kanaatindeyim. Hala bir sanayi politikamız dahi yok. Oysa ithalat rakamlarına baktığımızda %70’e varan cari açığın nedeni enerji ithalinden kaynaklanmaktadır.  Sadece şu rakamlar varken tasarruftan bahsetmek pek de mümkün değildir. Bir örnek verecek olursak ; İstanbul Teknik Üniversitesinde sadece 40 TL lik şarj ile 500 km yol kat eden inovasyon mucidimiz geçen aylarda gösterime sunuldu. Peki şuan adından bahsediliyor mu ? 

Maalesef ülkemizde üretim dışında ve üretimden yoksun bir politika hakim. Bu projeye destek verilecek olursa ve seri üretime geçilirse ülkemizin enerji ithalatında düşünüşü hep beraber izleme fırsatı buluruz. Ayrıca benzer proje Afyon Kocatepe Üniversitesi Teknoloji Fakültesi öğrencileri tarafından da yapılmıştır, gösterime sunulmuş ama maalesef seri üretim adına herhangibir teşvik sunulmamıştır. Her ne kadar sanayileşme sürecine girilse de ülkemizin mutlaka bir sanayi politikası oluşturması ve iç tasarruf oranlarının bu şekilde  radara sokulması kanaatindeyim.


Sonuç olarak bir makaleden edindiğim bir yazıyı da sizinle paylaşmak istiyorum.” Toplumu lükse ve aşırı harcamaya yönelten başka şeylerin olduğu kesindir Kredi kartlarının dayanılmaz hafifliği, post modern toplumlara öykünme lüksü, sosyal ilişkilerin giderek körelmesi, geleneksel aile birliğinin bozulması ve yaşamın hızlı tüketim alışkanlığı” gibi sosyal meseleler de aşırı tüketim ve lüks yaşamın körükleyicileridir. “

1850- 1929 Dönemi Türkiye Ekonomisindeki İstikrarsızlık Sorunu ve Sonuçları


1850- 1929 Dönemi Türkiye Ekonomisindeki  İstikrarsızlık Sorunu ve Sonuçları


Türkiye, Osmanlı Devletinden aldığı mirası Cumhuriyet’in kurulması ile ve yapılan reformlar sayesinde ekonomik, sosyal ve kültürel alanda devam ettirmeye çalışsa da maalesef yine yeterli başarıyı gösterememiştir. Ekonomik,siyasal ve kültürel alanlarda Osmanlı Devleti,  gerileme dönemine girdiğinde Batı Avrupa ülkeleri Sanayi Devrimini gerçekleştirmeye başlamış. Ekonomik refaha yönelik çalışmalar boy göstermiş. Serbest ticaret antlaşmaları ile ülkeler ihracat – ithalat kavramını empoze etmiş ve Batı Avrupa ülkelerinin sanayileşmesi hız kazanmıştır.

18. ve 19. Yüzyıllarda önce İngiltere daha sonra da diğer Batı Avrupa ülkeleri yaşanılan sanayi devrimleri sonucunda makineli üretime yönelmiş , küçük atolyeler büyütülmüş, artan üretimin iç piyasada yeterli alıcısının olmaması ile dış piyasaya açılmış ve hammadde ihtiyacının artması ile serbest dış ticaret düşüncesi geliştirilmeye başlanmıştır. O dönemde Osmanlı Devleti sanayi devrimini kaçırmış , makineli üretime geçememiş, yeni teknolojileri alıp üretime uygulamakta aynı çabukluğu gösterememiştir. İngiltere 1838 yılında Osmanlı ile serbest ticaret antlaşması imzalayarak 

Osmanlı Devletinin açık pazar haline dönüştürmüştür. Antlaşmanın detaylarına girmek istemesem de bir detay aktarmak istiyorum. Dönemin İngiliz Devlet Adamları yapılan bu antlaşmayı bir şaheser olarak yorumlamışlardır. Osmanlı Devleti her ne kadar bu antlaşma ile kötü gidişhatın önüne geçmek istese de aksine Batı Avrupa’nın Osmanlı Devletini ele geçirmesinde bir köprü mahiyeti taşımıştır. İngiliz tüccarlar Osmanlı topraklarında %5 gümrük ile mal satarken Osmanlı tüccarları %8 ie %12 iç gümrük ödemekteydiler.

Batı Avrupa’da gerçekleştirilen Sanayi Devriminden önce Batı ne sanayide ne de bilim ve teknikte Osmanlı Devletinden ileri değildi. Osmanlı Devletinin bir çok alanda daha ileri olduğunu gösteren belgeler vardır. Osmanlı tüccarlarının Batı Avrupa’ya her tür pamuklu ve ipekli kumaşlar sattığı, Osmanlı tersanelerinde Venedikliler için gemiler yapıldığı belgelenmiştir. Yani Osmanlı toprakları üzerinde her türlü teknoloji ve sanayi ürünleri üretiliyordu. Yalnız bu belgelere rağmen Osmanlı Devleti’nin geleneksel üretim biçiminin değişmemesi günümüz tabiriyle yeniliklere açılmaması 
Osmanlı Devleti’nin gerilemesini ekonomik anlamda hızlandırmıştır.

Kapitalist Batının rekabeti karşısında açık pazar haline gelen Osmanlı Devleti yerli üretiminin çöküşünü de hızlandırmıştır. Kendi ürettiğimiz ürünler ithal edilir olmuş. Ülkenin borçları altın ve gümüş ile karşılanmaya başlamıştır. 1854’de ilk dış borcun alınması ile başlayan süreçte devam eden bir dış açık sorunu günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin borçları 1954 yılında bitirilebilmiştir.

Cumhuriyet’in kurulmasından sonra ekonomide yeni politikalar benimsenmiştir. Türkiye o dönemde sanayileşme üzerine kurulu bir fikir mekanizması ile karşı karşıyaydı. Yalnız Türkiye ağır savaşlar neticesinde iş gücünün azlığı ve Osmanlı Devletinden kalan dış borçlar nedeni ile sıkıntılıydı. Cumhuriyet Dönemi devlet adamları batılılaşmadan yanaydı ve batılılaşma için tarımın ne kadar önemli olduğu idrak edilmişti. Çünkü Türkiye nüfusunun %80’i tarıma dayalı bir ekonomiye dayalıydı. Sanayileşmenin gerçekleşmesi için gerekli sermaye, döviz ve iş gücünü sağlayacak tek sektör tarımdı. Tarım teşvik edilirse, geliştirilip işletilirse ancak sanayileşmenin önü açılabilirdi. Ayrıca ulaşım ve alt yapı yetersizliğinin giderilmesi de şarttı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında iktisat politikası Türkiye İktisat Kongresi kararları doğrultusunda oluşturulmak istenmiştir. Devlet ilke olarak, özel girişim eliyle serbest piyasa şartlarında sanayileşme politikası ve iktisadi denetimin milli unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı, ılımlı bir korumacılık politikasını benimsemiştir.

Cumhuriyetin kurulduğu yıl Türkiye’de GSMH ( Gayri Safi Milli Hasıla ) cari faktör fiyatlarıyla birlikte 1078.2 milyon TL idi. 1923 – 29 yılları arasında GSMH oldukça yüksek oranlı ve düzenli gelişmeler göstermiştir. GSMH yılda ortalama %17 oranında büyümüştür. Aynı dönemde tarımsal hasılata %126 oranında , sinai hasıla da %66.9 oranında ve diğer sektörlerin hasılasında %96.1 oranında artışlar olmuştur. 1929 yılında gelindiğinde Ekonomik Buhran’ın gerçekleşmesi sonucu GSMH 209. 8 seviyelerinden birden 118’lere kadar gerilemiş, tarımsal hasıla yaklaşık %44 oranında bir düşüş gerçekleşmiştir.

Anlaşıldığı üzere 1950 – 1929 Türkiye Ekonomisi, alt yapının yeterli düzeye ulaştırılamaması , ekonomik krizler, serbest ticaret antlaşmaları vb. birçok nedenden dolayı ilerletilememesi dış ticarette korumacı politikaların izlenmesi, sanayileşme sürecinin sadece tarım indeksi ilerletilmesi, sağlam temellerin atılamaması olumsuz bir çok sonuca davetiye çıkarmıştır.


56 Yaşında Hayat Gözlerini Yuman Milyarder Steve Jobs'un Yazdığı Son Yazı

İş yaşamında büyük başarılara ulaştım. Kimilerinin gözünde yaşamım başarının simgesi, fakat işin dışında çok az neşem oldu benim. İşin sonu...