16 Aralık 2014 Salı

Çin İpek Yolunu Yeniden Canlandırmak İstiyor



Geçen günlerde açıklanan IMF verilerine göre dünyanın en büyük ekonomisi unvanını eline alan Çin, 2005’ten bu yana planlanan ve sürekli gündeme gelen ipek yolu projesini hayata geçirmek istiyor.
İpek yolu tarihe bakıldığında; eski Çin medeniyetini Batı’ya ulaştıran önemli bir kanal olmakla birlikte, aynı zamanda Çin ve Batı arasındaki ekonomik ve kültürel temaslarda önemli bir köprü niteliğindeydi. Günümüzde bu durum daha çok kültürel temaslardan ziyade yerini ekonomik temaslara bırakmış durumda. Çin İpek yolu projesi ile Doğu ve Batı arasında bir lojistik alt yapı kurmak istiyor. Geçmiş dönemlerde daha çok kara yolu ile oluşturulmuş bu proje şuan yerini daha modern ve günümüz teknolojisiyle benimsenen bir lojistik üssü ile düşünülüyor. Ayrıca İpek yolunu üç koridor halinde projelendirmek mümkündür. Bunlar Kuzey, Orta ve Güney koridor’dan ibarettir.

Kuzey koridoru, Çin’den başlayarak Rusya toprakları üzerinden Avrupa’ya uzanmakta ve Avrasya bölgesinde demiryolu taşımacılığı imkânı sağlamaktadır. Kuzey Doğu-Batı Koridoru olarak da adlandırılan rota, Batı Rusya topraklarındaki Trans-Sibirya Demiryolu hattı ile kıtalar arası köprü görevi üstlenmektedir. Ayrıca, Çin’in batı bölgesinden Kazakistan’a, buradan da Kuzey Koridoruna bağlanan ikinci demiryolu hattı ile bölgedeki demiryolu taşımacılığı ivme kazanmaktadır. Bu koridorun en büyük avantajı faal olmasıdır. Dezavantajları arasında ise demiryollarının yüksek bakım maliyetleri ve soğuk hava koşulları gibi coğrafik zorluklar yer almaktadır.

Orta Koridor, Çin’den başlayarak Kazakistan-Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya bağlanmaktadır. Orta Koridor, Batı Çin bölgesinden başlayarak, demiryolu ile sırasıyla Kazakistan, Azerbaycan (Hazar Denizi’nden feribot ile), Türkiye ve Avrupa’ya uzanmaktadır. Rota alternatif olarak Türkmenistan’a da bağlanmaktadır. Bu sayede Bakü ve Türkmen başı limanları denizyolu taşımacılığında kullanılmaktadır. Bu rota aktif kullanıldığı takdirde, Avrupa-Çin ticaret trafiğinden Orta Asya ülkeleri ekonomik fırsatlar yaratabilecektir. Özellikle Türkmenistan ve Azerbaycan limanlarında lojistik merkezler ve serbest ticaret sahaları kurulması, değer zincirlerinin yaklaşmasına imkân sağlayacaktır. Bu hat üzerinde etkin taşımacılık yapılabilmesi için öncelikle Hazar Denizi limanlarında gerekli altyapı yatırımlarının tamamlanması, ülkeler arası transit geçiş anlaşmalarının imzalanması ve demiryolu ağındaki teknik eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. Bu koridorun Türkiye’ye yararları oldukça fazla olacaktır. Bu proje, Çin’den başlayıp Türkiye’ye kadar olan ve Türkiye’den sonraki ülkelere kadar uzanan ipek yolu ile, Türkiye’nin dış ticaretini artırıp hem ihracat hem ithalat yaparak karşılıklı ticareti gerçekleştirebilmek için aslında bir pazar niteliğindedir.

Güney Koridoru, Doğu’da Çin’den başlayarak, bölgenin güneyinde sırasıyla Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran ve Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya uzanmaktadır. Rota üzerinde konteynır taşımacılığının yapılabilmesi için demiryolu ve karayolu kullanılabilmektedir. Ancak koridorun alternatifleriyle rekabet edebilmesi için demiryolu altyapısının tamamlanması, güvenlik sorunlarının aşılması ve ülkeler arası anlaşmalara gerek duyulmaktadır. Özellikle rotanın alternatif kollarından Afganistan tarafında demiryolu altyapınsın olmaması büyük dezavantajdır. Bununla beraber bölgenin ekonomik entegrasyonu için eksik ulaştırma altyapılarının giderilerek birbirine bağlanması önemlidir. Modern İpek Yolu bu sayede tekrar hayata geçebilecektir.

İpek yolu projesi yalnızca Çin’e değil bölgedeki birçok ülkenin yararına olacaktır. Özellikle bölgede bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan gelişmekte olan ülkeler arasındadır. Bu ülkelerin bir kısmı zengin yer altı kaynaklarını kalkınmanın anahtarı olarak görmektedir. Örneğin, Azerbaycan ve Kazakistan’ın ihracatında petrol ve petrol ürünlerinin payı, 2010 yılı verilerine göre, sırasıyla %88 ve %61’dir. Ancak altyapı yetersizliği ve sanayinin gelişmemiş olması, ülkelerin küresel değer zincirine ve entegrasyonuna engel olmaktadır. Bu ülkelerin lojistik altyapılarını güçlendirerek, petrol-dışı ihracat yapabilmeleri gerekmektedir.

Bu projede Türkiye’nin rolü olarak belirtebileceğimiz unsur ; Ortadoğu enerji merkezlerindeki çatışmaların giderilmesinde öncü rol oynayabilir ihtimalidir. Zira Türkiye, liberal ekonomiyi benimseyen, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak, bu anlamda örnek ve öncü bir konumdadır. Özellikle Turgut Özal’ın döneminden itibaren artan teknoloji kullanımı, genç nüfusu, doğal zenginlikleri, stratejik konumu, sermaye yönetimi, ithalata-ihracat modelleri, yatırım iklimi ve iş piyasası gibi konularda dünya devleti olma yolundadır.

Dünyadaki hammadde kaynaklarının yüzde 40’ı, enerji kaynaklarının yüzde 65’i Müslümanların yaşadıkları bölgelerde olması ve diğer ülkeler küreselleşmenin enerji merkezlerini kontrol için medeniyetler ve dinler arası diyaloglara yönelmeleri ile birlikte bir medeniyetler ittifakı benimsenmeye başlanmıştır.

Bu nedenle enerji hatlarının kavşak noktasında olan Türkiye’nin diğer Türk devletleriyle, sebep bağı olan Müslüman ülkelerle enerjinin adil dağıtımını sağlayan ekonomik birliktelikleri kurup yönlendirmesi potansiyeline sahip bir birikime sahip olduğu gerçeği ve güvenini hiç kaybetmemeliyiz. Nitekim belirttiğim üzere; Türkiye önemli bir stratejik konuma sahiptir. Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan odak noktasıdır. Türkiye’nin bu projede yerini alması ve konumunu sağlam temellere atması hem 2023 hedeflerimize ulaşmamızda bir istikrar sağlanır hem de büyüme ve istihdam açısından süreklilik sağlayan bir politika sağlarız.


Tasarruf ve Siyasal Politika ile Çin Ekonomisi’nin Seyri




Çin ekonomisinde meydana gelen olağanüstü gelişme son dönemlerde dikkat çekmektedir. ABD’nin 1872 yılından bu yana dünyanın en iyi ekonomisi olma ünvanını elinden alan Çin son IMF verilerine göre dünyanın en iyi ekonomisi seçilmiştir. Çin, satın alma gücü paritesini (SAGP) 17,6 trilyon Dolar'a yükseltmiş ve 17,4 trilyon Dolar'da kalan ABD ise 2.olmuştur.

Peki Çin bu aşamaya nasıl geldi? Öncelikle tasarruf politikası üzerinde duracak olursak; Özellikle Doğu Asya ülkelerinin Adam Smith’i çok ciddiye almaları ve “laissez faire , laissez passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) unsurunu ekonomilerine enjekte etmeleri 1950 yıllarından itibaren günümüze ekonomik başarıyla ulaşmalarında temel etkendir diyebiliriz. Öne çıkan ülkeler arasında ilk sırada Singapur gelmektedir. Singapur o dönemde yoksulluktan kurtulmak için bir tasarruf stratejisi benimsemiştir. 1955 yılında kurduğu Merkezi Tasarruf Fonu(MTF) ile işçilerin ve işverenlerin ücret gelirlerine %5 oranında katkıda bulunulmuş, bu oran 1985’li yıllara gelindiğinde %25 seviyelerine yükselmiştir. Singapur MTF sayesinde tasarruf oranlarını hep %50 oranında tutmayı başarmıştır. Burdan Çin ekonomisine gelecek olursak; Çin, Singapur’un tasarruf alanındaki başarılarını kopyalayan ve on yıllardır ciddi bir ekonomik büyüme kaydeden, ayrıca bu tasarruf modelini kendi ülkesinde farklı bir model haline getiren bir yapı ile günümüze kadar istikrarlı bir şekilde ulaşmıştır. Tasarruf yelpazesinin zıt uçlarında yer alan Çin ve ABD’deki tasarruflar arasındaki farklılıklar, ülkelerin tasarruf davranışları arasında niçin bu kadar farklılıklar olduğunu gösterecektir elbet.

Çin tasarruf alanında dünyada en yüksek orana sahiptir. Yarattığı tasarruf modelleri ile Singapur ve Malezya gibi ülkeleri de geride bırakmıştır. Çin, 1980 yılından günümüze gösterdiği mucizevi ekonomik başarısını büyük ölçüde yüksek tasarruf oranına borçludur. Çin’in kişisel tasarrufları, kurumsal tasarrufları ve devlet tasarrufları 1990’larda GSYİH’nin yarısına yaklaşmıştır. Son yıllarda ise daha fazla artış göstermiştir. Bu açıdan baktığımızda gerek Çin, gerekse ABD daha çok kişisel tasarruflara büyük önem vermiştir. Çin’de gayri safi kişisel tasarruflar GSYİH’nın %20’sinden fazla ve günümüzde de bu oran artış eğilimindedir.

Çin ekonomisinin siyasal zeminine tamamen komünist bir düzenden, liberalizm, kapitalizm ve komünizmin iyi tarafından bir parça alarak oluşturulan sistemin meyvesidir diyebiliriz. Gelir vergisinin bulunmadığı Karma Ekonomi’nin en iyi parçalarını bir bütün olarak işleyen Çin’de tasarrufu teşvik etmek, propaganda kampanyaları biçimini almıştır. Bu kapsamda, 1953 tarihli bir posterde bir grup mutlu, gülümseyen işçi, devlet tahvili almak için Çin Halk Bankası’na nakit para yatırıyor. 1990 tarihli posterde ise geleneksel bir kahraman olan Lei Feng gülümseyerek kumbaranın üzerine ‘tasarruf et’ yazıyor. Bir başka örnek ise 1990’larda caddelere büyük boy kırmızı pankartlar asılır ve ‘ Tasarruf etmek muhteşemdir’. Tasarruf etmeyi herkes için bir yurtseverlik görevi haline getiren bu kampanyalar, bugünkü yüksek tasarruf oranının ve ekonomik başarının zeminini hazırlamaktadır.

Bununla beraber Çin’in doğal kaynakları, ucuz hammadde ve işgücü temini, siyasi zemin ve tasarruf politikaları Çin’i bulunduğu noktaya getirmiştir. Bugün direk olarak Çinli üreticilerin ürettikleri malları değişik yönlerle açıklayabiliriz. Farklılaştırılmış ürün diyebiliriz ve ya kopyalama yöntemi ile ithal ikameci sanayi diyebiliriz. Fakat dünya markalarının da Çin’e yatırım yapıp, üretimlerini orada gerçekleştirmelerini sadece ekonomik gelişmeler ve ucuz işgücü ile açıklayamayız. Dünya markalarının Çin’de yaptıkları üretimleri, Çin Halk Cumhuriyeti hükümetine duyulan güvenin de önemli bir faktör olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu yüzden; Çin ekonomik faaliyetleri ile artık tüm dünya’da etkisini sürdürmeye devam edecektir.


Son olarak; verilere dayanacak olursak Çin ile ABD arasındaki satın alma gücü paritesi (SAGP) şuan 300 milyar dolar seviyesinde seyrederken, aradaki farkın 2015 yılında 1 trilyon dolar’a yaklaşacağı öngörülmektedir.

İnovasyon Başarının Anahtarıdır – 2



Bir önceki yazımın devamı niteliğinde olan bu yazımda, öncelikle daha çok güncel,ekonomik ve kişisel gelişime dayalı konulara değineceğimi belirtmek isterim.

İnovasyon bir farkındalık projesi gibidir. Günümüzde değişimin, yaratıcılığın,sürdürülebilir kalkınmanın temel ayağıdır. Bir ekonomi gelişme aşamasında ise inovasyon fikrini önce eğitim ile aşılamalı; proje eğitimleri, ileri düzey yabancı dil eğitimi ve bana göre en önemlisi girişimcilik eğitimlerini ön planda tutmalı. Sürdürülebilir bir istikrar isteniyorsa projeler desteklenmeli, ARGE harcamaları arttırılmalı ve girişim odakli faaliyetler kapsamlı işletilmelidir. Kalkınma aşamasında olan ekonomilerde görüldüğü üzere, sürekli teknolojik ve bilimsel yeniliklerle ülke ve dünya ekonomisine katkıda bulunan ülkeler, bu başarılarını disipline,eğitime,tasarrufa ve girişim ruhlu bir yapının var oluşuna borçlular.

Türkiye olarak daha başlangıç aşamasında olduğumuz bilim,teknoloji ve sanayi alt yapısını oluşturmaya devam ediyoruz. Özellikle üretilen yerli elektrikli araç ile güzel bir başlangıç yaptığımızı düşünüyorum. Ülkemizin üstün özellikli şirketlerinin başarısı ve girişim alt yapısına verdiği destekle sınırlı kalmayıp hükümet olarak ve biz gençler olarak elimizden geldiği kadar proje bazlı yenilikçi fikirleri her zaman dinlemeli ve hayata geçirmek için çaba göstermeliyiz. Ülkemizde ARGE harcamaları şuan yetersiz. Hedefler doğrultusunda GSYİH’in %3’ü aşması beklenen ARGE harcamaları ile başta hükümet olmak üzere birçok özel sektör kuruluşlarını heyecan sarmış durumda. 

Biz gençler olarak yatatıcı fikirlerimizi hayal niteliğinde düşünmeyip girişimci bir ruhla o projenin üzerine gitmeliyiz. Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi Türkiye Ekonomi Bankası, Borsa İstanbul ve çeşitli şirketler sizin yenilikçi fikirlerinizi asla geri çevirmez. Maddi anlamda her türlü desteği sağlayan bu kurumlar ayrıca belirttiğiniz fikirler doğrultusunda sizleri eğitiyor, gerektiği takdirde silikon vadisine bile sizden hiçbir maddi karşılık beklemeden götürüyor. Bizler düşünce yapımızdan ve subjektif bakış açımızdan kurtulmadığımız müddetçe “bu ülke gelişmez” dediğimiz müddetçe önümüzde birden fazla fırsat olmasına rağmen bilinçsizce konuştuğumuz müddetçe evet inovasyon ve yenilikçi politika elbette hayalden ibaret.

Belirttiğim üzere inovasyon istikrardan, azimden ve yenilikçi politika üzerinden geçer. Türkiye İnovasyon Haftası kapsamında edindiğim bilgilerden de bahsedip yazımı tamamlamak istiyorum. Öncelikle Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı sayın Mehmet Büyükekşi’nin konuşmasından birkaç anekdot paylaşmak isterim. Büyükekşi konuşmasında ; Yaratıcı potansiyelin açığa çıkması için neler yapmamız gerekir? Medeniyete neler kattık ? sorularına büyük önem vermemiz gerektiğini belitmiştir.Ayrıca konuşmasından edindiğim bilgiler ise ; Türkiye bilişim evi, teknoparklar ve girişim evleri ile daha fazla değil daha akıllıca üreterek 2023 hedeflerine ulaşacaktır. Bunun için ARGE, inovasyon, markalaşma ve tasarım alt yapısı ile yüksek katma değer’e ulaşıp ülke ekonomisini önce gelişmişlik ardından kalkınma seviyesine getirmemiz gerekir. Bunlar ancak sürdürülebilir yenilikçi politikalarla ve istikrarla olabilecek şeyler, Hayal değil aksine eğitim eğitim eğitim…

İleri teknoloji üretimi ve ihracat payını arttırmak için; ARGE ve inovasyona yönelmemiz ve önem vermemiz gerekiyor. 2013 itibari ile gelinen seviyeyi belirtecek olursak şuan dünyanın her ülkesine ihracat yapıyoruz. Burdan edindiğimiz birçok tecrübe olsa dahi öncelikle yine belirtiyorum; yüksek katma değerli ihracat, küresel markalar ve ARGE’ye büyük çapta önem verilmeli. Bu düşünce uzun vadeli olarak benimsenmelidir. 3 temel yol inovasyon açığını kapatabilir. Bu unsurlar Sayın Mehmet Büyükekşi’nin de belirttiği gibi ; Ülkemizin yaratıcı potansiyelini ortaya çıkarmalıyız, Açık inovasyon ve kollektif başarı stratejisini benimsemeliyiz ve tüm potansiyelleri keşfederek uygulamaya koymalıyız.

Sayın Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasından edindiğim bilgileri aktaracak olursak; İnovasyon düşünce yöntemi ve hayat tarzıdır. Bu hayat tarzını öyle benimsememiz gerekir ki sadece inovasyon değil fikir, uygulama, ticarileşme ve rekabet kavramları da literatürümüzde yer alsın. Öyle ki bu kavramları hakkıyla zihnine yerleştiremeyen inovasyon alanında başarıya kolay kolay ulaşamaz. Sayın Başbakan’ın kongrede eğitim konusunda ifade ettiği sözler beni oldukça umutlandırdı. İfadesinde özellikle matematik, fizik, biyoloji, kimya ve teknoloji alanında çok büyük eksikler olduğunu ve bunları kapatmak daha kaliteli hizmet sunmak adına çalışmalar yapıldığını bizzat belirtti. Geç kalınmış evet ama fark edilmesi bile insanı heyecanlandırıyor. Sayın Davutoğlu ayrıca; yenilikçi düşünce için tasavvurun şart olduğunu ve bilginin tasavvurla ve tasarımla iyi kurgulanması gerektiğini belirtmiştir. Çıkarım yapacak olursak; Yenilikçi politika adımlarının hızlı atıldığı, teknoparklar ve girişim evleri ile sınırlı kalmayıp eğitimde, temel bilim alanlarında yeni laboratuvarlarla, yeni projelerle geleceğe yönelik yeni fikirlerin var olması, ülkemizi gelecek yıllarda ekonomik anlamda bir sıçrayışa yönelttiğini ifade edebiliriz. Burada üniversitelere de oldukça fazla iş düşmektedir. Üniversiteler ile ticarileşmenin önünün daha kapsamlı açılacağına inanıyorum Yeter ki ticarileşme kapasitesine sahip olan ürün ve hizmetler proje bazlı unsurlarla hayata geçirilsin.

Türkiye İnovasyon Haftası kapsamında genel itibariyle edindiğim bilgileri belirtmek isterim.
İnovasyon yapılacaksa eğer öncelikle yeni pazarlar, yeni alanlar da keşfedilmeli. Tüketicinin ne istediği bilinmeli ve ona göre hareket edilmelidir. İnovatif fikre sahip olan bir insanın en az 4 5 fikir üzerinde durması gerekir. Sadece tek proje ile yola çıkmak sadece kısa vadeden ibaret bir proje niteliği taşır. Yani mutlata alternatif fikirlerimizin olması gerekir. Yenilikçi fikirlerin asıl anlamlılığını belirleyen müşterileridir. Fikir geliştiren birisi mutlaka müşteri ilişkilerinden anlamalı,problem çözmeye odaklı ve disiplinli olmalıdır. Bu üç özelliği taşıyan bir inovasyon mucidinin başarısız olma ihtimali oldukça düşüktür. Bir fikir irdelenmeli, beyin fırtınası ile çeşitlendirilmeli. Fikirler en az 5 kişi ile ve farklı alanlardan kişilerle daha verimli ve sağlıklı bir biçimde yürütülebilir. Yani anlayacağımız temel nokta; ‘Başarılı olmak için istikrar ve sürdürülebilirlik şarttır.’

Çok kültürlü ortamda yapılan inovasyon oldukça verimli sonuçlar verir. Günümüzde de görüldüğü gibi birçok inovatif fikirlerle teknoloji üreten şirketler farklı kültürlerle hep etkileşim içerisindedir. Bu aşamada; iletişime önem verilmesi ve eleştirilere açık olunması gerekir. Fikirlerimizde idealist ve ısrarcı olmamız gerekir. Farklı kültürden insanlarla etkileşimimizin iyi olması ve o kişileri iyi tanımamız gerekir. Çalıştığımız ortamda bir yönetici isek, bir yönetici gibi değil yönlendirici gibi davranmamız gerekir. İşte başarıya giden temel vurgular. Bu unsurları öğrenerek hayatımıza yeniden başlamak, yön vermek,düşüncelerimizi açığa vurmak, farklı kültür ve ortamlarla kaynaşmak bizi inovasyon düşüncesi içerisine yerleştirecektir. Temel amacımız her zaman azim ve yüksek irade olmalıdır.

Son olarak İnovasyon bir başarı öyküsünün alt yapısıdır. Ancak yapılan inovasyon istikrarlı ve sürdürülebilir aşamada ilerlemezse ileride zorlaşan bir inovasyon, marka endişesi ve mevcud işi bozma eğilimine girebiliriz. Aksi takdirde yenilik üzerine yenilik katmak ve sürdürülebilirlik daima önemli bir işleve sahip olmakla birlikte yaratıcı fikirlerin gelişmesine ve düşünce eğilimimizin istikrarla yükselmesine sebep olacaktır. Asla fikirlerinizi belirtmekten ve projelendirmekten korkmayın. Her iki yazımda da belirttiğim gibi birçok kuruluş biz gençleri ve genç girişimcilere her türlü desteği sunmaktadır.


“Başarıya giden yol daima inovasyondan geçer.”

İnovasyon Başarının Anahtarıdır – 1





İnovasyon; şirketlerin ve bireylerin teknolojik, sosyal, siyasal vb. politikalarında yenilikçi modellere yönelmesi ve ya farklılaştırma çabasına girişmesine denir. Günümüzde inovasyon bir ülkenin gelişmişlik düzeyini önemli ölçüde belirleyen etkenlerin başında gelir. Girişimcilik ve inovasyonu bir araya getirdiğimiz zaman AR-GE odaklı birey ve şirketlerin bütün halinde çalıştığını ve oluşturulan yenileşme hareketleriyle –örneğin son 6 yılda kurulan KOBİ’lerin %60’ının batması- şirketlerin ayakta tutunmasına yardımcı olur. Günümüz teknoloji çağında yenileşme hareketinin özellikle Japonya’da  daha belirgin halde olması ve Japonya’nın AR-GE çalışmalarına büyük önem vermesi ülkenin ilerlemesine,kalkınmasına ve kat kat gelişmesine sebep olmaktadır.

İstanbul’da düzenlenen Türkiye İnovasyon Haftası etkinliğinde olağanüstü fikir ve görüşlerin hakim olduğu, şirket CEO’larının ve ya temsilcilerinin başarı öykülerini üstün düzeyde bizlere aktarması kongrenin daha heyecanlı ve verimli geçtiğinin en önemli belirtilerinden biridir. Özellikle Arçelik firmasının ürettiği yeni nesil ürünler ve rakamlarla belirtecek olursak pazar payında Avrupa’da beyaz eşya sektörü alanında Beko adı altında 2.sırada yer alması, 130’dan fazla ülkeye hizmet sunması ve bu başarısına AR-GE ve inovasyon bilincinin şirket çalışanlarında yer edinmesi,inovasyonun sadece teknoloji ile değil her alanda uygulaması Arçelik’in başarısının en önemli göstergelerinden biridir. Beni oldukça derinden etkileyen(bana göre) en önemli yenilikçi uygulaması Afrika’da güneş enerjisi ile çalışan buzdolabı ve dondurucu üretilmesi, ayrıca sadece 20 derecede %80’e kadar tasarruf sağlayarak hijyenik yıkama yapan yeni nesil çamaşır makinası ile üstün başarılara imza atıyor Arçelik devi. Arçelik Genel Müdürü Levent Çakıroğlu kapanış konuşmasında ; ‘Ülkemizin kalkınması ve dünyada öncü niteliklere ulaşılması inovasyonla olacaktır. Yatırımların artarak sürmesi herkes için bir sorumluluktur ve herkes bu sorumluluğun bilincinde olmalıdır dedi.’

Diğer konferanslara ortak bir payda altında değinecek olursak; Amerika’nın inovasyonda başarılı olmasında en önemli faktörün dışarıya yönelmek olduğunu ve içe dönük şirketlerin sadece %25 inovatif politika uyguladığı ve bu yüzden gelişiminin oldukça yavaş olduğu belirtildi. Ayrıca Amerika’nın uzun yıllardır inovasyona büyük önem vermesiyle özellikle serbest ticaret politikalarında başarıya ulaşması, Amerika’nın günümüze dek sürekli yenilikçi ve güçlü ekonomi politikalarıyla ulaşmasının belirleyicisidir. Ülkemizle kıyaslayacak olursak, Türkiye özellikle bir önceki yazımda da belirttiğim gibi 80’li yıllarda ithal ikameci politikadan kurtulması ve serbest ticarete başlamasıyla istenilen düzeyde olmasa da gelişme göstermiştir. Siyasi ve ekonomik krizler neticesinde 2002’ye kadar uzanan yanlış politikalar ve krizler 2002’de Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla birlikte ülke ekonomisinde reformlara gidilmesi 2008 krizine kadar istikrarlı bir politika ile yola çıkılması ve 2008’den sonra hala etkisi altında olduğumuz küresel krizin tüm Avrupa ve nispeten ülkemizde de etkisini sürdürmesi bazı inovatif fikirlerin gelişmesine ve gecikmesine neden olmuştur.

Günümüzle 40 yıl önceki teknolojiyi kıyaslayacak olursak, 40 yıl önce yaşayan insanlar günümüzde dokunmatik ve ya temassız çalışan elektonik aletleri hayal bile edemezlerdi. Burdan anlaşıldığı üzere şuan hayalini kurduğumuz bir çok teknolojik yenilik 40 yıldan kısa bir sürede karşımıza çıkacaktır. Elbette ki inovasyon istikrar ve sürdürülebilirlik politikaları ile başarıya ulaşır. Bunu gelecekte ekonomik krizlerin olabileceği ihtimallerini katsak dahi global krizlerin var olmadığı bir dünyada inovasyon ülkelerin gelişiminin en temel araçlarından birisidir.

Dinlediğim ilginç bir olayıda sizlerle paylaşmak isterim. Hiç teknoloji görmeyen bir topluluğun çocuklarına tabletler dağıtılıyor. Yalnız bu çocuklar tabletin on/off tuşunu dahi hiç bilmezken, 5 günde 80 adet android uygulaması kullanıyor ve en ilginç vaka ise 6 ayda android uygulamasını hackliyorlar. Çıkarım yapacak olursak, yaratıcı fikirlerle kontrol hissinin bir arada yürütülmesi hissi oldukça önemli bir yere sahiptir özellikle çocuklarda. İnovasyon kavramının her toplumda daha ileri aşamalara ulaşması için; bakış açısı, yaratıcılık, birbiriyle bağlantılı olma ve toplumun izolasyonda olmaması gerekmektedir. İnovasyon çalışmalarına, teknoloji alanında büyül önem veren global şirketler sergiledikleri üstün performanslarını önceki cümlede belirttiğim 4 madde ile geliştirdikleri ortadadır. Örnek verecek olursak; Arçelik firmasının yaptığı yenilikler üstün stratejik politikalarla, 
bakış açısıyla ve yaratıcılığın ön planda tutulmasıyla gerçekleşmektedir.

Türkiye Ekonomi Bankası KOBİ’lere verdiği desteklerle Türkiye’de ön planda bulunan bir şirkettir. Kısaca değinecek olursak; Şirket son yıllarda girişimciliğe ve inovasyona verdiği önem ile TİM’in destekleriyle Girişim evleri projesini hayata geçirdi. Bu kurum girişim evleri ile inovatif fikirlere hem maddi hem de manevi anlamda destek vermektedir hemde hiçbir karşılık beklemeden. Özellikle projesi olanlar için önerebileceğim bir destek projesidir.

Genç istihdamı konusuna değinecek olursak; bu konuda büyük bir olasılıkla bir işsizlik ve globalleşmenin hakim olduğu açıktır. Bu sürecin olumlu olarak ilerletilmesi için genç girişimcilerin inovatif fikirlerle kendi istihdamını üretilecek destek ve politikalarla belirlemesi imkansız değildir. Bu konuda hükümetlere oldukça fazla iş düşmektedir. G20 genç girişimci Avusturma Başkanının belirttiği gibi; Büyük girişimciler öncelikle sorunu ortaya çıkarmalı, ardından sürdürülebilir bir politika anlayışına hakim olmalı ve hedef kitle belirlemelidir. Ayrıca şu 7 zihniyete adapte olmalıdır. Bunlar; Güven,fırsat,hızlı karar verme,risk,disiplin,çalışkan olma ve öğrenmeye odaklı bir yapı zincirinden ibarettir.

Borsa İstanbul yeni keşfettiği özel Pazar projesine ilk 6 ay ve 5 yıla kadar iyi bir iş modeli olanlar başvurabiliyor. Ayrıca istenilen şey; projenin işlenebilir ve desteklenebilir bir yapıda olmasıdır. Borsa İstanbul bu tür projelere know-how desteği sağlayarak girişimciyi model olarak sunduğu projenin benzerleriyle buluşturuyor ve her alanda destekliyor.


Son olarak geleceği tahmin etmenin en önemli görevi geleceği şekillendirmektir. Geleceği şekillendirmek ülkenin gelişme düzeyine ve kalkınmasına katkıda bulunmaktır. Markalaşmaya önem verilmeli ve Türk ürünlerini global şirketlerin bünyesinde bulunan markalaşmış ürünlerle kıyaslanacak hale getirmeyi kendi zihnimizde yer edinmeliyiz. Katma değerli ürünler üretmeye önem verilmeli, inovasyon ve girişimcilik alanında eğitimlere ağırlık verilmelidir.

Türkiye’de İmalat Sanayi ve Üretimin Önemi




Türkiye 1980 yılında 27 milyar dolarlık imalat sanayi kapasitesi günümüzde dek 150 milyar dolarlık kapasiteye ulaşmıştır. Bu kapasite oranı ile Türkiye’nin imalat sanayi açısından gelişme gösterdiği ve daha çok imalat sanayi ürünlerinde üstünlük kurduğu görülmektedir. Türkiye 1988-1989 , 1994 ve 2001 krizleri neticesinde imalat sanayide bu yıllarda küçülmüştür. Krizler sonucunda imalat sanayideki gelişme sürekli gecikmeli olarak işlemiştir. Ayrıca ithal ikameci sanayi politikasından vazgeçip 1980 yılında serbest dış ticaret politikasının uygulanması ile imalat sanayiye daha çok önem verilmiş. Çeşitli fabrikalar kurulmuş ve o dönemden itibaren gelişme sadece kriz dönemleri hariç göreceli olarak artmıştır.

1990’dan günümüze dek imalat sanayi ürünleri üretimi yaklaşık 6 kat artmıştır. Ayrıca yurtiçi üretim oranlarındaki artış ile ihraç ettiğimiz imalat sanayi ürünlerindeki artış doğru orantılı olarak gerçekleşmiştir. Özellikle 2000 yılında beyaz eşya sektöründe yurtiçi üretim oranını bin adet cinsinden ifade edecek olursak yaklaşık 4000 oranında bir değere ulaşıyoruz. Ayrıca ihraç ettiğimiz beyaz eşya ürünlerinde ise bin adet cinsinden belirtecek olursak yaklaşık 1300 oranında bir değere ulaştığımızı belirtebilirim. Bu işleyen süreci 2007 yılı ile değerlendirecek olursak 2007 yılında yurt içi üretim bin adet cinsinden yaklaşık olarak 16500 oranında, ihraç ettiğimiz beyaz eşya ürünlerinde de bin adet cinsinden yaklaşık olarak 12000 oranında bir ihraç gerçekleşmiştir. Bu gelişmeden anlayacağımız üzere 2002’de güçlü ekonomiye geçiş programı kapsamında yapılan düzenlemeler ve gelişmeler ile özellikle 2002-2007 döneminde çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Yalnız 2008’de çıkan kriz ile imalat sanayi büyüme oranı ile ayrıca GSYİH’daki düşüş önemli derecede olmuştur. İmalat sanayinde yaklaşık olarak %18 oranında bir küçülme görüldü. Ayrıca GSYİH oranı yaklaşık olarak %14 oranında küçülmüştür.

Türkiye 2000’li yıllarda sanayileşmesini sürdürmüş. Dünya ve AB piyasasında pazar payını arttırmış,fakat bu konuda Çin, Güney Kore, Hindistan ve Polonya kadar başarılı olamamıştır. Türkiye’nin artan imalat sanayi ürünleri çerçevesinde AB piyasasına ihracatı 1995’te 2.1 milyar dolar iken, 2004’te 6.2 milyar dolara yükselmiştir. Ayrıca  Türkiye’de 1997- 2006 yıllları içerisinde imalat sanayi işyeri sayısının 100 binin üzerinde çoğaldığı ve istihdamın bir milyon civarında arttığı gözlemlenmektedir.

Şuan hala krizin etkisinden çıkamayan Türkiye 2014 yılına dek gerek büyüme oranlarında gerekse imalat sanayi gelişme oranında tatmin edici bir büyümeye ulaşamamıştır. Tüm Avrupa’yı hala etkisi altında tutan kriz Türkiye’yi de olumsuz boyutta etkilemekte özellikle ihracat açısından da gelişmemizi etkilemektedir. Önem vermemiz gereken nokta; imalat sanayi alt yapısını geliştirme aşamasını hızlı bir süreç içerisinde tamamlayıp özellikle Güney Kore ve Çin’de uygulanan ‘pahada küçük değerde yüksek’ üretimlerle bilim ve teknoloji açısından gelişmemiz gerektiğini belitrmekte fayda var. Eskişehir teknoloji  merkezinde üretilen ülkemizin ilk yerli otomobilinin icat edilmesi önemli bir başlangıç niteliğindedir bizim için. Umarım bu ve benzeri yenilikçi politikalarla sanayide önemli gelişmeler elde ederiz.


Unutmayalım ki akıllıca düşünmek zor üretmekten daha değerlidir.

56 Yaşında Hayat Gözlerini Yuman Milyarder Steve Jobs'un Yazdığı Son Yazı

İş yaşamında büyük başarılara ulaştım. Kimilerinin gözünde yaşamım başarının simgesi, fakat işin dışında çok az neşem oldu benim. İşin sonu...