25 Temmuz 2015 Cumartesi

Oynayan Yapı Taşları : Türkiye Ekonomisinin Durumu


Son yıllarda ülkemizde ve çevre ülkelerde yaşanan terör olayları neticesinde ekonominin son iki yıldır durağan seyretmesi, ekonomik varlığın tamamen ikinci plana atılması ve seçimlerinde etkisi ile gidişat oldukça riskli düzeylerde seyretmektedir.

Türkiye, konumu itibariyle yıllar boyunca istikrarlı bir ekonomi politikası benimseyememiştir. Aksine Avrupa ülkelerinde ikinci dünya savaşından itibaren başlatılan kalkınma politikaları ile günümüzde yaşam standartlarının ve kalitesinin en iyi seyirde işlediği aşikardır. Yıllar boyunca terörle mücadelede ve ya siyasi istikrarsızlık neticesinde kalkınmasını tamamlayamayan Türkiye, günümüzde de yine aynı sorunları yaşamakta ve bu sorunları bir türlü bertaraf edememektedir. Gerek Ortadoğu’da yaşanan soğuk savaş gerekse iç siyasi karışıklıklar neticesinde her yıl ülkenin ekonomik anlamda doğrulamadığı gözler önündedir.

Ortadoğu’daki istikrarsızlık ve terör olaylarının Türkiye’ye sıçraması ekonomik dalgalanmalara neden olmuştur. Dolar/TL paritesi artmış, BİST düşüşe geçmiş, ihracat azalmış ve ekonomik sorunlar ardı ardına sıralanmaya başlamıştır. Üreten Türkiye hayalleri ile 2023 hedeflerine göz kırpan bir sistemin işlemesi ancak bu terör olaylarının bitmesi ve istikrarın hızla sağlanması ile olabilecek unsurlardır. Aksine belirttiğim gibi 2023 hedefleri sadece raflardaki tozlu kitap misali bir köşeye atılacak ve bir daha anılmamak üzere, bulunduğumuz döneme uygun yeni hedefler belirlenecektir ki bu hedefler 2023 hedeflerinin çok gerisinde kalacak hedefler olacaktır.

Hedefleri belirlerken üretim, tüketim, tasarruf ve yatırım kalemlerine sadece ekonomik olarak değil siyasi, konjonktürel ve kültürel olarak da bakmamız gerekir. Nitekim her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşam standartları yükseldikçe daha çok harcamaya gittiği ( yani tasarrufların azaldığı), işçi sınıfının tarım sektöründen direkt olarak hizmetler sektörüne yöneldiği, eğitim kalitesinin iyileşmesi gerekirken azaldığı görülmektedir. Ayrıca hükümetin ekonomi politikalarını sadece kendi parti ideolojisine göre kurması, topluma yönelik değil de sadece oy devşirme amaçlı genişletici politikaların uygulanması, tasarrufu teşvik etmeyen bir yapının oluşturulması, vergi politikalarının iyileştirilememesi, zenginin çok zengin fakirin ise çok fakir olduğu klasik Türkiye’nin ve zihniyetin hala aynı seviyelerde olduğunu göstermektedir.

Türkiye gelişmesi ve ilerlemesi bulunduğu konum itibariyle oldukça zor gibi görünse de aslında birçok hedef belirlenip Türkiye Cumhuriyeti olarak üzerine gittiğimiz sürece her işin üstesinden gelecek güce ve yeteneğe sahibiz. Burada en önemli faktör olan eğitim kalitesinin iyileştirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi temel dayanağımız olmalıdır.

2015 yılının Türkiye açısından kayıp bir yıl olacağı maalesef gözler önünde. Hükümetin kurulamaması ve terör olayları ülkeyi yıpratmakta ve ekonomiye ciddi zararlar vermektedir. Umarım en kısa zamanda hükümet kurulur ve terör olayları da tez zamanda bertaraf edilir.

Gökhan AKTOPRAK

https://twitter.com/GkhnAktoprak

9 Şubat 2015 Pazartesi

Başkanlık Sistemi ve Türkiye Açısından Değerlendirilmesi



Yaklaşık iki haftadır gündemde bulunan ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın her konuşmasında belirttiği “Başkanlık” sistemi ile ilgili yaptığım bir takım araştırmalar sonucu bir yazı derledim. Amacım bu konu hakkında bilgilenmek ve ekonomik açıdan ilişkilendirmek. Ama bu yazımda sadece siyasi açıdan derlediğim bilgileri sizlere sunacağım. Bildiğiniz üzere bir ülkenin ekonomisi siyaset ile bir bütün olarak ilerler. Siyasi her karar ekonomiyi etkileyebilir ama ekonomik her karar siyaset kavramını etkilemeyebilir. Önemli olan siyasetin ekonomiyi istikrarlı bir düzeyde işletmesidir. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik, sosyal ve siyasal konular gündemde oldukça yoğun işlenmekte. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bu durum daha yoğunluktadır.

Başkanlık sistemi ile ilgili bilmemiz gereken ve gerektiğine inandığım birkaç yazı derledim. Bazı ülkelerin sistemlerini ele aldım ve konu ile irdeledim. Öncelikli olarak Başkanlık Sistemi Nedir? 
Sorusuna cevap vererek başlayalım.

Başkanlık Sistemi; Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kati bir ayrıma ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar olanaklarını genişleten bir hükümet sistemidir. Başkanlık sistemi, “başkanlık hükümeti sistemi” olarak da adlandırılmaktadır.
Günümüzde bu sistemi en iyi şekilde kullanan ABD, başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. ABD siyasi ve ekonomik başarısını günümüzde de hala sürdürmektedir. Bu başarısının altında yatan etkilerin ilk sıralarında siyasi istikrar ve hakim olduğu global ekonomi yatmaktadır.

Başkanlık sisteminin temel unsurları:

 -Başkan, halk tarafından doğrudan ve dolaylı olarak belirli bir süre için seçilir. Bu süre hiçbir biçimde parlamento tarafından kısaltılamaz ve fesih edilemez.
-Kuvvetler ayrılığı kesin bir biçimde uygulanır. Devlet organlarının eşgüdüm içinde aksamadan çalışması için fren ve denge sistemiyle organların yetki ve güç suiistimali engellenir…
-Hükümet üyeleri başkan tarafından seçilir ve azledilir. Başkan hükümet üyelerinin düşüncelerine uymak zorunda değildir. Hükümet üyeleri yasama organı içinden Başkan tarafından seçilebilir ancak seçildikten sonra yasama organı üyeliklerini sürdüremezler.
-Devlet başkanı, hükümet başkanı ayrımı yoktur.
-Başkan görevi ile alakalı işlerden ötürü sorumsuzdur.

Başkanlık sisteminin iyi işlemesi için gerekli olduğu ileri sürülen koşullar şunlardır:
-Başkanın yasama organını feshetme yetkisi olmamalıdır.
-Başkana yasaları veto edebilme hakkı tanınmalıdır. Başkanın vetosu da yasama organının özel çoğunluğu tarafından aşılabilmelidir. Örneğin 3/5 veya 2/3 gibi.
-Başkan yasama organının üyesi olmamalıdır.

Başkanlık Sistemini Benimsemiş Diğer Dünya Ülkeleri ve Şekilleri:

1.) ABD ve Başkanlık Sistemi
ABD’de yürütme organı Başkan, yasama organı iki meclisli Kongredir (Temsilciler Meclisi ve Senato). Başkan Kongreyi feshedemediği gibi Kongre de başkanı istifaya zorlayamaz..
Başkan 4 yıllık bir süre için başkan yardımcısı ile birlikte seçilir. Ülkede koşullar ne olursa olsun bu süre değiştirilemez. Başkan sadece iki devre (4+4) seçilebilir.
Başkan olmak için dört anayasal koşul vardır:
1. ABD’de doğmuş olmak
2. ABD vatandaşı olmak
3. 35yaşında veya üstünde olmak
4. 14 yıldır ABD’de ikamet ediyor olmak.

2.)Fransa ve YARI BAŞKANLIK Sistemi

Durum bu ülkede biraz farklıdır. Çünkü Yarı başkanlık sistemi, hükümet başkanı ve reisicumhur (Cumhurbaşkanı) arasında yürütme yetkilerinin paylaşıldığı, yasama ve yürütmenin işbirliği içinde çalıştığı kati kuvvetler ayrılığının olmadığı bir hükümet sistemidir. Bu sistemde de Reisicumhur umumi rey(Genel Oy) ile kamu tarafından seçilmekte ve hükümet ulus meclisi önünde mesul sayılmaktadır.
Fransa’nın uyguladığı bu sistemde parlamenter rejime göre esas farklılıklar şunlardır:
1 - Klasik parlamenter rejim Cumhurbaşkanına sembolik görevler yüklediği halde, yarı başkanlık sisteminde yetki sahası daha geniştir. Mesela meclisi dağıtabilme, referandum isteyebilme, anayasa konseyi üyelerini nakil ve anayasanın 16 maddesi gereği olağanüstü vaziyet ilan ederek yasama, yürütme ve hatta yargı gücünü elinde toplayabilmektedir.
2 - Reisicumhur, hariç siyaset ve savunma konularında da ağırlığa sahiptir.
3 - 7 sene için seçilen Reisicumhur vatana ihanet dışında mutlak bir sorumsuzluk taşımaktadır. 

Kanunları onaylayan Parlamento, hükümeti denetleme ve düşürebilme yetkisine sahip olduğu halde, Cumhurbaşkanına karşı denetleme yönünden her hangi bir yetkisi yoktur.

3.)Latin Amerika ve Başkanlık Sistemi

Başkanlık sistemi dendiğinde olumsuzlukların yaşandığı ülkeler buradadır.
Başkanlık sisteminin olumsuzlukları ve demokrasi dışı uygulamaları için çoğunlukla Latin Amerika ülkeleri örnek gösterilir. Bu ülkeler arasında en uzun süredir başkanlık sistemini uygulayan iki ülke 1949 yılından beri Kosta Rika ve 1958 yılından beride Venezüella’dır. Kolombiya 1974, Peru’da 1979′dan dan beri sivil hükümetlerle başkanlık rejimini uygulamaktadırlar.

Arjantin, Uruguay, Brezilya ve Şili olmak üzere birçok Latin Amerika ülkeleri Başkanlık sistemlerini demokratik bir biçimde 1980′li yıllarda canlandırabilmişlerdir. Diktatörlüğün Güney Amerika’daki kalesi olan Paraguay, 1989 da başkanlık demokrasisine geçmiştir, darbeye çok açık olan bu rejime Sandinista koruması altındaki 1990′da oluşturulan Nikaragua demokrasisini de örnek göstermek mümkündür.
Aslında Ekvator, Bolivya, Honduras, Guatemala ve Dominik Cumhuriyetleri’nde de durum çok farklı değildir. Bu ülkelerde başkanlık sisteminin, daha doğru deyimle demokrasinin başarısızlığında ekonomik durgunluk, eşitsizlikler ve sosyo-kültürel geçmiş rol oynamaktadır. Bu devletlerde, seçilen başkanların, demokratik kurumların güçleri, hiçbir zaman ordunun siyasal yapı üzerindeki gücüne erişememiştir. İktidar mücadelesi, halktan kopuk küçük azınlıklar arasında ve ordunun güdümünde geçmiştir.

Bu ülkelerin yürütemedikleri başkanlık sistemi yerine parlamenter sisteme geçmeleri gerektiğini ileri süren görüşler de parti modelleri gerekçe gösterilerek eleştirilmektedir. Parti disiplinin gelişmediği bu ülkelerde parlamenter sistemin daha büyük bir kaos yaratacağı ileri sürülmektedir. Örneğin, Brezilya’da milletvekillerinin çok sık parti değiştirdiği, parti kararlarına karşı oy kullandıkları bilinmektedir.

4.)Venezüella Başkanlık Sistemi:

Demokratik sistemin uzun süredir kesintiye uğramadığı ve başkanlık sistemi ile yönetilen Venezüella ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Bu ülkede demokrasi, baskıcı bir diktatörlüğe karşı mücadele eden solcu işçi liderlerinin, muhafazakâr işadamları gruplarına kadar farklı güçlerin geniş bir koalisyonu sonucu ortaya çıkan uzlaşmayla doğmuştur. İstikrarın arkasında petrol, kahve ve şeker gelirlerinin demokratik bir ortam içinde özel sektörü geliştirirken, orta sınıfa ve çalışan kesimlere ayrıcalıklar getiren önemli mali kaynaklar sağladığı belirtilmektedir. 1958′de başlayan demokratikleşmeyle birlikte ülkede bütçenin üçte biri sosyal programlara, diğer üçte biri ekonomik kalkınma projelerine harcanmıştır. Günümüzde ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalsa da ülkede rejim açısından büyük sorunlar yaşanmamaktadır.
Başkan 5 yıllık bir süre için doğrudan halkoyuyla seçilmektedir. Üst üste iki dönem görev yapamamaktadır. Yürütmenin başı ve silahlı kuvvetlerin başkomutanıdır.
Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere Ulusal Kongre ülkenin yasama organıdır. Ülkede güçlü iki büyük parti bulunmaktadır. Yasama organının çoğunluğunu oluşturan partiler genelde Başkanın kararlarını desteklemişlerdir. Başkanlık sisteminin işlemesinde siyasi partilerin büyük özverileri olmuştur. 1958′de seçim öncesi siyasi parti liderlerini imzaladıkları antlaşma “Punto Fijo” sadece ülkenin zorlu geçiş yıllarını atlatmasını değil, etkileri ile uzlaşmayı Venezüella siyasal kültürünün önemli bir yapıtaşına dönüştürmüştür.

Tüm bu bilgilerden sonra başkanlık sistemi hakkında kafanızda bir takım gelişmeler meydana geldiğine inanıyorum. Şimdi ise işin Türkiye boyutunu değerlendirmekte yarar var.

Bilindiği gibi ülkemizde sürekli siyasiler arası bir çekişme söz konusu. Bu nedenle halk maalesef  birlikten uzak bir görüntü sergiliyor. Demokrasi adı altında “iyi-kötü ayrımı yapmadan” hükümeti ve muhalefeti suçlayan 2 farklı kutup oluşuyor. Bu da beraberinde karışıklık ve kutuplaşmayı getiriyor. Mesela: Sağ- Sol kavgaları, Atatürkçü-Dinci ayrımı, Komünist – Milliyetçi Ayrımı v.s…

Bu sebepleri toparlayacak olursak ülkemizde Başkanlık Sistemi şu nedenlerden dolayı getirilmek isteniyor diyebiliriz. İşte o nedenler:

1.)Siyasi istikrar isteği:

Ülkemizde maalesef ki bir siyasi istikrar yok. Bunun nedeni kutuplaşmalar. Bir hükümetin yaptığı projeyi devamında gelen hükümet sürdürmüyor, yeni projelere kalkışıyor bu da beraberinde işin proje aşamasını geçmesi durumunu doğurmuyor. Hükümetlerin sürelerinin kısa olması da bir projenin hayata geçmesini engelleyici büyük faktörlerden biri.

2.)Hızlı Gelişme ve İyi Sonuç:

Bilindiği gibi şu an kullandığımız sistemde bir işin gelişmesi ve sonuçlandırılması için birçok mencinin onayı gerekli. Bu da işi güçleştirmekte ve cıvın kını çıkarma noktasına getirmekte. Dünyanın çok hızlı gelişen gelişmelerine karşılık yavaş kalmak ülke olarak bizleri ileriye taşımamakta ve Atatürk’ün de dile getirdiği “Muasır Medeniyetler Seviyesine” bizi ulaştırmamaktadır. Bunların dışında yani kriz dönemlerinde kararın erken alınması gerekliliği de başkanlık sisteminin yararlarından biri.

3.) Tarihimiz Başkanlık Sistemine Gayet Uygun:

Tarihimiz yani Hunlardan bu yana Türkler sürekli olarak bir Han, Hakan, Padişah, v.s… ile yönetildi. Zaten birçok büyük devletin yönetim şekli bu idi. Bu olmasa bile buna benzer sistemlerdi. Padişahlık, Krallık dönemi bitti. Bu nedenle ki artık daha demokratik ve etkili sistemler aramak zorunluluğu doğdu. Başkanlık sistemi ise hem demokrasiyi hem de bu eski yönetim biçimlerinin harmanlanmasından doğdu. ABD’nin Osmanlı İmparatorluğunun ve Bizans’ın bu kadar uzun ömrünü araştırırken farkına vardığı ve geliştirdiği ayrıca demokratikleştirdiği bu yönetim biçimi insanları kaostan uzak ve kaliteli yaşamaya yöneltti. Kısacası biz Türkler devlet kültürüne sahip bir milletiz. Bunun yüzünden bağımsızlık bizim için çok önemli bir mesele. Ayrıca “Milli Şef” dönemi olarak bildiğiniz o dönemin de başkanlık sistemine çok yakın bir sistem olduğunu söylemeden edemeyeceğim.

4.)Başkanlık Sistemi Darbeye Engel olur ve Diktatörlerin Oluşmasını Engeller:

Türkiye’nin ne zaman iyileştiğine tanık olsak darbe yiyoruz. Bazı güçler bunu sağlıyor maalesef. Devlet içinde vatan sevgisi az olan kişilerden derledikleri bazı insanları “Seni devletin başı yapacağız” vaadi ile kandırıp bu vatana karşı bu millete karşı kullanıyor. Bunun önüne geçmek ve bunu yapanların deşifre edilmesi için getirilmesi gerek sistem başkanlık sistemidir. Ayrıca bu sistem diktatörleri de engeller. Sanıldığı gibi diktatör oluşturmaz. Aksine bunu engeller. Çünkü Türkiye’de oyların ortalaması %30 sol  %70 sağ şeklindedir. Başkanlık sistemini savunanların ileride bir sol diktatörün doğmasını ve ülkenin karışmasını ileri sürmektedir. Ama tabi ki bunlar sadece bir varsayımdır.

 Peki… Başkanlık sistemine karşı olanlar neden karşı? İşte bu  sorunun detaylı cevabı:

1.)Dikta rejimi kurulabilir:

Bunu düşünenler Türkiye’nin yürütme ile yasamanın birbirine karışmasına böylece yürütmenin fiilen üstünlüğüne sebep olacağını düşünmektedirler. Demokrasi sistemimizin başkanlık sistemini kaldıramayacağını daha çok demokratik adımdan sonra bunun gerçekleşebileceğini dile getirmektedirler.

2.)Parti disiplininin olduğu ülkelerde başkanlık sistemi çalışmaz:

Bu başlığı atarken şunu düşündüm. Osmanlı zamanında veya daha evvel bizim parti geleneğimiz mi vardı da cumhuriyet ile birlikte bir anda bunu benimsedik? Gelenek demek önceden var olmuş demektir bir anlamda. Aslında bu cümle her şeyi kanıtlar nitelikte fakat ben bu görüşü de sizler için açıklayayım.
Kıta Avrupa’sı ve Türkiye gibi ülkelerden farklı olarak, ABD’de Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler disiplinli bir yapıda değildirler. Hatta bir anlamda “no party system” ABD siyasi sisteminin belirleyici özelliğidir. Kıta Avrupa’sındaki tüm parti sistemlerinden farklı olarak, ABD partileri arasında ideolojik ayrılık yoktur, tek bir liberal partinin içindeki eğilimler olarak nitelendirilebilir. Bu ülkede partili parlamenter parti grup kararları ile bağlı olmadıkları için, Başkanlar ve kongre çoğunluğu farklı partilerden olsalar da yasama-yürütme arasında işbirliği sağlanabiliyor. Bu da iki güç arasında denge kurulmasını kolaylaştırmaktadır. Onun içindir ki, disiplinli partilere dayalı bir siyasi hayatta, ABD tipi Başkanlık rejiminin uygulanması daima askeri darbelere yol açmıştır.

3.) ABD dışında sürekli bir uygulaması yoktur:

Başkanlık sisteminin ABD dışında sürekli bir uygulaması yoktur. Bu sistem, tamamen ABD gibi pek çok dengelerin bir arada bulunduğu federal yapılı bir devlette, üstelik ekonomik açıdan hayli güçlü liberal bir ülkede uygulanma zemini bulabilmektedir. Diğer ülkelerdeki başkanlık sistemi örneklerinin hepsi kesintiye uğramaktadır ve demokratik niteliklerden kopuktur.

4.)Parlamenter sistem tıkanmamıştır:

Sistemin reforma ihtiyacı vardır. Tıkanıklar parlamenter sistemden kaynaklanmamaktadır. Başkanlık sistemi arayışları Türkiye’nin parlamenter rejimle edindiği deneyimleri ve ödediği bedelleri yok saymaktadır. Başkanlık sistemi yasamanın sorunlarını çözememektedir, sadece yürütmeyi güçlendirir, Türkiye’nin temel sorunu yasamanın görevlerini tam anlamıyla yerine getirememesidir.
Umarım anlaşılır ve sade biçimde sizlere sunmuşumdur. Sizlere sunduğum bu yazıyı şu kaynaklardan derledim.









28 Ocak 2015 Çarşamba

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini Tek Çatı Altında Toplamak




Eğitim sistemindeki göreceli hareketlerin olumsuz evresini artık bir kenara bırakmak ve verimliliği arttırmak için düşündüğümüz bu proje kapsamında; çeşitli faaliyetlere yönelmek, yöneltmek, geçici projeler yerine tam anlamıyla ülke ekonomisine ve refahına olumlu katkı yapabilecek yeni kavramsal nitelikleri gün yüzüne çıkarmak vb. olguları hayata geçirmek için çeşitli adımlar atmayı düşündük.

Böyle yenilikçi oluşumlarla hem ülke yararına hem de geleceğe yönelik sürekli artış eğilimi gösterecek ve katma değer oluşturabilecek projeler üretmek için öncelikle uygulanabilirliği devamlı olabilecek fikirler ortaya çıkmalıdır. Bu fikirler hayatımızın her evresinde bizim karşımıza çıkabilir. “ Ben bunu düşünmüştüm ama...” demek yerine “ ben bu fikri hayata geçirmek için çabalayacağım.” cümlesini yeğlemeliyiz hedeflerimize. Ulaşılabilecek reel hedefler olduğu sürece asla vazgeçmeyin. Başarısız dahi olsanız bunu sadece kendinize tecrübe edinin ve yolunuza kaldığınız yerden devam edin.

2 kişi olarak düşündüğümüz ve fikir alışverişinde bulunduğumuz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini hukuk fakültesindeki modele benzer bir yapıya çevirmeyi istiyor ve yetkililere sunmayı düşünüyoruz. Tek çatıdan kastımız; Üniversiteye giriş sınavına giren bir öğrenci sadece İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini tercih edecektir. Öğrenci üniversitede ilk yıl tüm bölümlerin ortak derslerini alacak daha sonra hangi alanlarda kendini geliştirmek istiyorsa o bölümlerin dersleri ile yoluna devam edecek. Her yıl bu şekilde ilerleyecek olan öğrenci üniversite bittiğinde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adı altında mezun olacaktır ve her sektörde çalışma fırsatı elde edecektir. Bu düşünce ile amacımız; İktisadi ve İdari Bilimler 

Fakültesinin kalitesini arttırmak, öğrencilerin araştırma ve proje üretme yeteneğini geliştirmek, öğrencinin verimliliğini arttırmak, öğrencinin sadece tek alanda değil en fazla 3 alandan ders alarak kendini daha fazla geliştirmesini sağlamak, yenilikçi projelerin artmasını hedeflemek, gelişmekte olan Türkiye ekonomisine daha fazla katkı sunmak vb. unsurları hayata geçirmektir.

Ülkemizde eğitim sisteminin geldiği seviye yenilikçi olsa da verimlilik açısından oldukça düşük ilerlemektedir. 4 yıl önce İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesindeki herhangi bir bölüme 300 puan ile girilirken şuan barajı geçen İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine giriyor. Bu şekilde verimliliği arttırmak, kaliteyi yükseltmek sizinde öngöreceğiniz gibi imkânsızdır. 
Ayrıca her İİBF öğrencisinin üniversite bitene kadar verimsiz dersler alması, daha çok ezbere ve teoriye dayanan bir yapının olması bu öğrencilerin reel hayatta başarıya ulaşmasını güçleştiriyor. Bizim amacımız bu proje kapsamında öğrencilere sadece her yıl zorunlu olabilecek bir ve ya iki ders verilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu dersler; Proje Yazma ve Girişimcilik eğitimleri adı altında verilmesini düşündük. Bu şekilde yenilikçi projelerin artması, ülke refahına katkıda bulunabilecek sosyal projelerin ortaya çıkması, ayrıca yeni iş fikirler ve modellerin hayata geçirilmesi ve verimin maksimum düzeye çıkarılması amaçlanmaktadır.

Sınav sistemi olarak ödev teslim diye tabir ettiğimiz hocaların herhangi bir konu hakkında öğrencilere araştırma konuları vermesi ve öğrencilerin bu araştırma konularını bir dosya haline getirip hocaya kısaca sunması vize niteliğinde olmasını düşündük. Bu şekilde öğrencilerin araştırma kalitesini arttırmak, kendi alanında başarıya ulaşabilmesi için çeşitli bilgileri nerelerden sağlaması gerektiği bilincini öğrenciye endekslemek amacımızdır. Ayrıca final olarak hocanın kendi inisiyatifine bağlı bir sistem olabileceğini düşündük. Hoca sınav ve ya ödev teslimi isteyerek öğrencinin final notunu bu şekilde değerlendirebilir.

Sonuç olarak; hedeflerimiz doğrultusunda öncelikle İ.İ.B.F den başlamak daha sonra diğer tüm fakültelere yayılmak. Görüldüğü üzere üniversitelerin verimliliği oldukça düşük. Çeşitli illerin köy ve kasabalarında üniversitelerin üretmesi gereken yenilikçi projeleri köylümüz temelimiz olan insanlar üretiyor. Tabi ki böyle projelerin ortaya çıkması mutlu edici bir şey. Yalnız bu projelerin üniversitelerde de ortaya çıkarılması ve sürekliliğin sağlanması gerekirken maalesef üniversiteler hala pasif kalmakta. Özellikle öğretim üyelerine oldukça fazla iş düşüyor. Umarım gelecek dönemlerde üniversitelerin verimliliğini, eğitim kalitesini ve oluşum amacına yönelik kaliteli ve çeşitli fikirler ortaya çıkararak hem gelişme hem de kalkınma yolunda istikrarı sağlayabiliriz.

Bu düşüncemize lütfen çekimser kalmayın görüşlerinizi, düşüncelerinizi ve fikirlerinizi yazarsanız bizi çok mutlu edersiniz ayrıca;
https://twitter.com/GkhnAktoprak  adreslerinden bize ulaşabilirsiniz.
Umarım hayata geçebilecek bir proje olur ve sürekliliği sağlayabiliriz.

Teşekkür ederiz.

22 Ocak 2015 Perşembe

Eğitim ve Kalkınma



Ülkelerin siyasal, sosyal ekonomik ve mali gelişmişlik düzeylerini ölçen en önemli faktör eğitimdir. Eğitim bireylere sağlanan sosyal yararlar yanında, toplumsal açıdan bakıldığında da ekonomik kalkınma açısından önemli bir rol oynamaktadır. Eğitim düzeyi özellikle Türkiye açısından da değerlendirileceği üzere, gelişmekte olan ülkelerde toplumsal refaha yetecek düzeye ulaşmamıştır. 
Ayrıca eğitim düzeyi artan toplumlarda yönetimin daha demokratik olduğu, siyasal ve ekonomik istikrarın sağlandığı, iş gücü verimliliğinin artış eğiliminde olduğu, suç oranlarında bir azalışın görüldüğü, gelir adaletinin istenilen düzeye ulaştığı görülmektedir. Bu unsurlardan da anlaşıldığı gibi eğitime yapılan yatırımlar uzun vadede artan getiri sağladığı ve kalkınmayı ileri boyutlara ulaştırdığı görülmektedir.

Eğitim iktisadi olarak; bireye bilgi, beceri kazandırma, bireyin topluma uyumunu sağlama sürecidir. İnsanların bilgilerini, davranışlarını, bedeni, ahlaki, fikri yeteneklerini, düşünme, yaratma, problem çözme, karar verme ve uygulama güçlerini oluşturmak ve geliştirmek için yapılan çalışmaların tümüdür.

Eğitim önemli fonksiyonları yerine getirmektedir. İlk olarak, eğitim bilimsel ve teknolojik yeniliklerin geliştirilmesi suretiyle emeğin verimliliğin artmasında önemli rol oynamaktadır. Emek verimliliği, teknolojik gelişme, sosyal yenilikler açısından eğitim çok önemli bir yerdedir. Kalkınma politikasını sağlam temellere dayandıran ülkelerde eğitime çok önem verilmektedir. Özellikle Güney Kore, Amerika gibi şuan teknoloji ve yenilik konusunda hız kazanmış, önümüzdeki yılların dahi kalkınma stratejisini oluşturmuş ülkeler günümüzde katma değeri yüksek ürünler üreterek dünya piyasasında önemli bir yer edinmişlerdir. İkinci olarak, potansiyel yeteneklerin keşfedilmesi ve geliştirilmesini sağlamaktadır. Üçüncü olarak, eğitim, iktisadi büyüme ile yakından ilişkili olan iş fırsatlarındaki değişmelere uyum sağlama yeteneklerini artırmaktadır. Son olarak eğitim kurumları, öğrencilerini öğretim elemanı olarak da yetiştirmek suretiyle üretim için gerekli bilgilerin kuşaktan kuşağa aktarılmasında temel ideolojilerden biridir.

Bir ülkenin kalkınmışlık düzeyini belirlemede kullanılan en önemli ölçütlerden biri, o ülkenin sahip olduğu insan kaynaklarının niteliğidir. Ekonominin ihtiyaç duyduğu işgücünü yeterli sayı ve nitelikte yetiştirmiş olan ülkelerin, gelişmiş ülkeler olduğu görülmektedir. Buna karşılık geri kalmış ülkelerin çoğu, ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştirme konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Türkiye'de eğitim yatırımlarının artmasının gerekliliği, sürekli tartışılan bir konudur. Ancak eğitimde politik ve yasal anlamda gelişme çabaları sürdürülmekte ise de eğitim yatırımları beklenen düzeyde olmamıştır.

AB'ye üye ülkeler, Türkiye'nin üye olma koşullarını yerine getirmesini önemsemektedirler. Türkiye'nin ekonomik ve sosyal gelişimini sağlamak ve AB kriterlerine uygun duruma gelmesi için çeşitli öneriler sunmaktadırlar. Türkiye'nin bu koşullara uygun hale gelmesinde eğitimin önemi oldukça büyüktür. AB’ye tam üyelik yolunda insan kaynağının eğitimi de önemli bir adım olacaktır.


Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki hayat standardı farklılığı giderek artmaktadır. Dünyanın en zengin ülkesi ile en fakir ülkesi arasındaki ortalama gelir kıyaslandığında; 19. yüzyılda 1/9, 20. yüzyılda ise 1/60 gibi çok farklı bir oran elde edilmiştir. Ülkeler arasındaki bu ekonomik farklılığın en temel nedeni eğitimdir. Küreselleşme ile birlikte, ekonomilerin birbirlerine bağımlı hale gelmesi, rekabetin artışı, bilgi ekonomisi, yabancı sermaye girişlerindeki artışlar, şirket evlilikleri, kaliteye önem verilmesi, çevrenin öneminin fark edilmesi, teknolojideki özellikle bilişim sektöründeki hızlı değişiklikler yoluyla evrensel bir kültür oluşmaya başlamıştır. Eğitim seviyesi yükseldikçe gelecek kuşakların da eğitimi garanti altına alınacak ve gelecekte olumlu bir değişim yaratılacaktır.

Buraya kadar olan açıklamalar daha çok eğitimin ülkeler üzerindeki etkisi ve ne derece önemli olduğuydu. Şimdi eğitimin kalkınma üzerindeki etkilerine değinelim. Öncelikle kalkınmanın tanımını belirtecek olursak kalkınma; bireylerin gelir düzeylerini arttırmak amacıyla siyasal iktidarın belirli bir politika izleyerek toplumun yapısını değiştirme girişimidir. Daha basit anlamıyla kalkınma; ekonomik büyümelerini tamamlamış ülkelerin toplumsal refahını arttırmak üzere uyguladığı girişimlerdir. Bu çerçevede eğitimin önemli rol oynadığını belirtmiştim.

Eğitimin kalkınma üzerindeki etkilerine bakacak olursak, ilk olarak gelir dağılımındaki adaletin oluşması ve gelir düzeyinin artmasına ilişkin bir etki yaratmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde görüldüğü üzere, eğitim seviyesi arttıkça gelirin arttığını, toplumsal refahın sağlandığını ve suç oranlarının minimize edildiğini görmekteyiz. Türkiye açısından değerlendirdiğimizde, eğitim derecesinin artması gelirde bir miktar artışa neden olmaktadır. Ancak eğitim seviyesi yüksek olsa dahi gelirin düşük düzeyde ilerlemesi de aşinadır. Gelir adaletsizliğinin oldukça yüksek olduğu ülkemizde kişi başına düşen milli gelir son 3 4 yıldır orta gelir tuzağına yakalanmış ve ekonomik büyüme olmasına rağmen belli bir yerde kısılıp kalmıştır. Bu durum demokrasinin iyi işlemediği ve siyasal istikrarın tam kapasiteye ulaşmadığını açıklar bize.

İkinci olarak eğitim, emeğin verimliliğini arttırır. Verimlilik artışı ekonominin temel kaynağıdır. Ulusal geliri ve kişisel yaşam kalitesini arttırmada önemli rol oynamaktadır. Ekonomik kalkınmayı yakından etkileyen verimlilik; bir ülkenin gelir dağılımını, ücretler, maliyetler gibi temel değişkenler arasında önemli ve somut ilişkiler kurduğundan ekonomik kalkınma, üretim ve rekabet gücünün arttırılması, istihdam olanaklarının geliştirilmesi ve işsizliğin önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca verimlilik artışının düşük olduğu ülkelerde işsizlik ve enflasyonla mücadele etmek oldukça zordur. Türkiye açısından değerlendirildiğinde verimlilik özel sektörlerde düşük düzeylerde artmakla beraber hızla artan nüfus, tarımdan boşalan iş gücünün hizmet ve sanayi sektörüne akın etmesi ile birlikte verimlilik kavramı tam anlamıyla oturmamış eğitim eksikliği yenilikçi ve sürdürülebilir verimliliğin önünü kesmiştir.

Üçüncü olarak eğitim, teknoloji yaratma ve yeniliklere öncülük etmesi açısından kalkınmanın ayrı bir boyutunu oluşturur. Eğitim toplumsal yaşamın her aşamasında önemli ölçüde etkileyen bilim ve teknoloji üretimini sağlayarak ekonomik ve sosyal yapıda önemli değişiklikler yaratmaktadır. Özellikte Doğu Asya ülkeleri eğitime verdikleri önem açısından ilk sıradadırlar. Sadece Tayvan yılda 7 bin öğrenciyi eğitim için yurt dışına göndermektedir. Bu ülkeler eğitime verdikleri öneme bağlı olarak elde ettikleri hızlı teknolojik gelişim sayesinde üretimde verimlilik artışı sağlayarak yüksek ekonomik kalkınma hızına ulaşmışlardır. Türkiye eğitime son yıllarda önem vermekle birlikte teknolojik gelişme ve verimlilik açısından hala alt sıralardadır. Teknoloji olarak daha çok ithal bir politika izleyen Türkiye 2015 yılında AR-GE harcamalarını arttırmaya yönelik bir politika güderek 2023 hedefleri doğrultusunda teknolojiye ve yenilikçi politikalara önem vermeye başlamıştır.

Dördüncü olarak eğitim demokratikleşmeyi de beraberinde getirmektedir. Siyasal istikrar ve dayanışma sağlanmadan bir ülkede istikrarın sağlanması söz konusu olamaz. Eğitim kalkınmanın gerekli kıldığı sosyal ve kültürel ortamın uygun hale gelmesini sağlamakta siyasal ve toplumsal örgütlenmenin etkinliğini arttırmaktadır. Eğitim düzeyi yüksek olan toplumlarda özgürlükler, yasalara ve insanlara saygı ve demokrasi daha iyi gelişir. Güçlü, istikrarlı, özgür ve demokratik bir toplum düzeninin gerçekleştirilmesi ancak, eğitim düzeyi yüksek bireylerle olasıdır. Yani anlaşıldığı üzere eğitim demokrasi ve demokratik kurumlar için gerekli bir yapı taşı olmakla beraber siyasal istikrarında temel zeminini oluşturmaktadır. Türkiye’de demokrasi yolunda önemli adımlar atılsa da eğitim sisteminde var olan sorunlar demokratikleşme yolunda derin izler bırakmaktadır. Özellikle siyasal istikrarın tam anlamıyla yerleşmediği ülkemizde eğitim seviyesinin ne derece önemli olduğunu bu açıklamalarla adından söz ettirilmesi gereken bir olgu olarak ortaya çıkmalıdır.

Ve son olarak günümüzde toplumlar ve kurumlar hızla gelişen ve değişen bir dünyada yer almaktadır. Artık dünya teknolojideki hızlı değişim, küreselleşme ve artan rekabetle karşı karşıyadır. Bu süreçte ülkelerin en fazla önem vermesi gereken alan eğitim olmalıdır. Çünkü söz konusu süreci, oluşturan temel kaynak eğitimdir. Eğitim teknolojiyi, teknoloji rekabeti ve artan bu rekabet de zaman içinde küreselleşmeyi yanında getirmektedir. Günümüz toplumlarının yoğun ve sürekli biçimde yaşadığı hızlı yenilenme süreci, birçok toplumsal kurumun ve ekonomik hayatın basit iyileştirmelerle değil, köklü reformlarla yeniden yapılandırılmasını gerektirmiştir.

Türkiye; ilerlemeyi başarmak ve ekonomik açıdan büyüyüp yüksek kalkınmışlık seviyesini yakalamak için teknoloji konusunda yaşadığı sorunları ivedilikle halletmelidir. Bir ülkenin uluslar arası rekabet gücü, yüksek katma değerli mal ve hizmet üretmesiyle mümkündür. Türkiye’nin AR-GE sektörlerini geliştirememesinin tek nedeni elbette ki bu alanda çalıştırılacak iş gücü eksikliği değildir. Ancak yine de bilgi teknolojilerini destekleyecek alanlarda bir iş gücü açığı olduğu, bunun yanı sıra ihtiyaç duyulmayan alanlarda çok sayıda teknik personel ve mühendis yetiştirildiği görülmektedir. Türkiye’de gelir dağılımının dengesizliği; eğitim düzeyinin artırılması ve yoksulların eğitim fırsatlarından yararlanması açısından bir engel teşkil etmektedir. Eğitim sistemindeki eşitsizlikler, eğitimin gelir dağılımını düzenleyici rolünün hayata geçmesini zorlaştırmakta ve bu durum büyümeye olumsuz olarak yansımaktadır.


@GkhnAktoprak

56 Yaşında Hayat Gözlerini Yuman Milyarder Steve Jobs'un Yazdığı Son Yazı

İş yaşamında büyük başarılara ulaştım. Kimilerinin gözünde yaşamım başarının simgesi, fakat işin dışında çok az neşem oldu benim. İşin sonu...