16 Kasım 2018 Cuma

56 Yaşında Hayat Gözlerini Yuman Milyarder Steve Jobs'un Yazdığı Son Yazı

İş yaşamında büyük başarılara ulaştım. Kimilerinin gözünde yaşamım başarının simgesi, fakat işin dışında çok az neşem oldu benim. İşin sonunda zenginliğim alışmış olduğum hayatın bana getirdiği tek gerçeklik. Ölümle yüzleştiğim şu anda, yatağımda uzanıp hayatımı gözlerimde canlandırırken, farkettim ki gururlandığım bilinirliliğim ve servetim ölümün karşısında ne kadarda anlamsızmış.
Arabayı kullanmak için, size para kazandırması için birilerini işe alabilirsiniz ancak hastalığınızı taşıması için kimseyi işe alamıyorsunuz. Kaybedilen maddesel şeyler bulunabilinir ya da yerine başkası konur fakat kaybedildiğinde bulunamayacak ya da yeri dolmayacak tek şey var o da “Yaşam.” Şu an hayatınızın hangi sahnesinde olursanız olun, zaman ile, o sahne perdesinin kapanması ile yüzleşeceksiniz.
Ailenize,eşinize,arkadaşlarınıza çok kıymet verin ve sevin. Kendinize iyi davranın ve insanlara değer verin. Yaşlandıkça ve umut ediyorum akıllandıkça fark ediyorsunuz ki 300 dolarlık saat de 30 dolarlık saat de aynı zamanı söylüyor. İç huzurun bu tarz şeylerle elde edilemediğini anlıyorsunuz. İster first class ister ekonomi uçun, bilin ki o uçak düşerse siz de düşeceksiniz.
O yüzden umut ederim ki şunu anlarsınız; kahkaha attığınız, sohbet ettiğiniz,şarkılar söylediğiniz, kuzeyden,güneyden, Doğudan,batıdan,cennetten ve dünyadan konuştuğunuz,ahbaplarınız,dostlarınız, eski arkadaşlarınız, erkek kardeşiniz,kız kardeşiniz varsa bilin ki gerçek mutluluk bu.
Çocuklarınızı zengin olması için eğitmeyin, onları mutlu olmaları için eğitin. Böylelikle büyüdüklerinde herşeyin fiyatını değil,değerini bilirler.
Yemeğinizi ilacınız gibi yiyin aksi halde ilacı yemek yerine yersiniz.
Sizi seven kişi sizi asla bırakmayacaktır. Bırakmak için yüzlerce neden saysa da mutlaka sizde kalmak için neden bulacaktır. Bilin ki insan ile insan olabilmek arasında çok büyük fark var ve bunu anlayan çok az insan var. Doğduğunuzda sevildiniz ve ölürken de sevileceksiniz. Bu arada kalan zamanı başarmak zorundasınız.
Hayattaki en iyi altı doktor güneş ışığı ,dinlenmek,egzersiz yapmak, sağlıklı yemek,kendine güven ve arkadaşlar. Bunları hayatınızın her evresinde muhafaza edin ve sağlıklı bir ömrün tadını çıkarın.
Steve Jobs

20 Ekim 2018 Cumartesi

EKONOMİYE DERMAN BULMALI.


Dile derman, dine derman, bedene derman, hayata derman..

Sonsuzluğun olmadığı bir dünyadan bahsediyoruz. Sebepsiz dalgalanmalarla kendimizi hırpalamak bize daha hoş geldiği ve dönemin ayak uydurduğu “çağ” denilen, “günümüz” denilen kapalı kutularda sıkışıp kalan zavallı insan portresine sahip olmak gibi bir huy edinmişiz kendimize. Aslında sebebi nedir biliyor musunuz? İçten pazarlık denilen bir lanetin sürüklediği lüks tutkusu kısacası para. Yılların verdiği bereketsizliğin sonucu ülkem insanının bir anda lükse düşkün bir hal alması. Ne kadar acı verici ve düşündürücü bir durum.

Bunları neden söylüyorsun bilmiyor muyuz? Diyebilirsiniz. Evet, hepiniz biliyorsunuz ama hiçbiriniz üretmek için çaba sarf etmiyorsunuz, okumuyorsunuz, araştırmıyorsunuz, sormuyorsunuz. Tasarruf denilen kelimeden haberiniz de yoktur bekli. Neyse temel meselemiz üretim ekonomisi aslında. Üreten bir ekonomi yaratmak.

M.Kemal Atatürk bir ekonomik enkazı alarak, o enkazın temelini İzmir İktisat kongresinde çiftçilerle buluşarak inşa etti. Çiftçi diyorum ülke ekonomisinin temel taşı ve temel dizaynı da diyebiliriz. Bu ülkenin Milli Tarım Politikası kapsamında gelişebileceği, ihracat odaklı bir gıda sirkülasyonunun yaratılabileceği ve sonrasında da katma değer yaratabilecek ürünler üretilerek asıl gelinmek istenen noktaya gelinebileceği herkesçe tahmin edilebilecek bir durum. Ama şuan gelinen nokta; ithalat odaklı bir yaşam tarzı.

Dünyada üretmeden bir yere gelen bir devlet örneği yoktur. Akaryakıt zenginlerinden bahsedebilirsiniz. Sömürü ülkeleri haricinde genel olarak yoktur. Bu sebeple üretim odaklı bir ekonomi politikası yaratmamız gerektiği, enflasyonla birlikte faizi de aşağı doğru çekmeyi hedef olarak görmeli ve bu doğrultuda hareket etmeliyiz. Kriz dönemlerinde bir yıllık kira mı? Yoksa bir yıllık faiz mi? diye düşünmemeliyiz. Asıl odaklanmamız gereken nokta; yatırım, üretim, inovasyon, tasarruf ve yeşil bir çevre olmalı. Üretmeyen devletler yok olmaya mahkumdur sözünü kendimize ilke edinmeli ve değerli yatırımcılarımızın AR-GE harcamalarını arttırmaya yönelik teşvikler sunmalıyız.

Gelecekte ekonomi politikalarında enflasyon, dolar, euro, cari açık, ithalat gibi ekonomik kavramları daha az duymak ümidiyle.

Konu başında vurguladığım dörtlü, hayatımızın yönünü değiştirmeye yönelik bir ilaç olması dileğiyle…

17 Aralık 2016 Cumartesi



Genç İşsizlik Sorunu

Ülkemizde yaşanan genç işsizlik sorununun her geçen gün arttığı gün yüzüne çıkmakta ve işsizliğin temel problemlerinin, ülke gelişimi ve ilerleyişi açısından OECD raporlarına göre oldukça ileride olduğu gözlemlenmektedir.

TÜİK’ ten alınan verilere göre; Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2016 yılı Eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 420 bin kişi artarak 3 milyon 523 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 1 puanlık artış ile  %11,3 seviyesinde gerçekleşti. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı 1,3 puanlık artış ile %13,7 olarak tahmin edildi. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 1,4 puanlık artış ile %19,9 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 1,1 puanlık artış ile %11,6 olarak gerçekleşti. Ayrıca İstihdam oranının %46,8, iş gücüne katılım oranının %52,8 olduğu TÜİK verilerinde belirtilmiştir.

Türkiye ile AB’yi kıyaslayacak olursak ; genç işsizlik AB’de yüzde 18,6 ve Avro Bölgesi’nde ise yüzde 20,7 olarak ölçüldü. En düşük genç işsizliğe sahip ülke yüzde 6,9’la Almanya olarak belirlenirken, en yüksek genç işsizlik yüzde 47,7 ile Yunanistan’da (Haziran 2016 verisi) ve yüzde 43,2 ile de İspanya’da kaydedildi.

Ülkemizde yaşanan işsizlik sorununun küresel boyutta bir kriz olması ve açıklanan kamu tasarruf politikaları ile kamu alımlarının azalacağı sayın başbakan tarafından önceki günlerde belirtilmiştir. Diğer belirtilen bir husus da; Özel sektörün teşvik edilerek gençlerin ve orta yaş grubunun bu sektörlerde çalıştırılması çabasıdır. Hiçbir altyapı ve potansiyelin olmadan nasıl başarıya ulaşacağı tam anlaşılabilir bir nitelik ve olgu değildir. Her yıl yüz binlerce öğrenci mezun olup iş sorunu yaşamakta ve mezun olduğu bölümle alakalı iş yapamamakta. Bu sorun o üniversiteyi ve ya bölümü okuyan kişide değil devlet ve özel sektörün belirsiz bir istihdam anlayışıdır. Sorunların üstesinden gelmek, yoksulluğu azaltıp genç potansiyeli kullanmak yeni bir bakış açısı oluşturmak zor olmasa gerek.

Zira Kasım 2016 yılında dört kişilik bir ailenin açlık ve yoksulluk oranı 1.417 TL, gıda, giyim vb. ihtiyaçlar dâhil edildiğinde yoksulluk oranı 4.615 TL’dir. Özel sektörde çalışanların birçoğu asgari ücretle çalışmakta ve asgari ücretin 1.300 TL olması şartların ne kadar elverişsiz olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.  Alınması gereken önlemlerin sadece kamusal nitelikte olması işi çıkılmaz bir boyuta sürükleyebilir. Özel sektör Türkiye şartlarına ve potansiyeline uygun bir iş gücü potansiyelini, aşırı kar elde etmesine rağmen sömürge olarak kullanması, piyasanın ve geçim oranlarının olumsuz yönde etkilemesine sebep olmaktadır.

Eğitimin diplerde olduğu bir ülkede başarıya giden yol, sadece gıda, giyim ve temel ihtiyaçlardan geçer. Üretmek, iş gücü potansiyelinin artmasını sağlamak demektir. Nitelikli personellerin sınırlı sayıda olması bizim için bir dezavantajdır. Teknolojiye ve idari ( ve iktisadi) hizmete yönelik tüm Türkiye geneline AR-GE kampüslerinin kurulması, gençlerin üretmesi, yetişmesi;  yeni sektörlerin açılması ve işsizliğin düşmesi demektir. Bu hususta çalışmaların yetersizliği, Ortadoğu, ABD, AB eksenli sorunların varlığı ülke gelişimini ve yetişmesini engellese de pes etmek bu toprakların heba edilmesi demektir. Üretmek ve yeni alanlar oluşturmak temel prensip haline gelmeli ve desteklenmelidir. Özel sektöre bu aşamada oldukça çok iş düşmekte ve eğer özel sektörde büyümek istiyorsa personel eğitmeli, üretmeli ve yeni alanlar oluşturmalıdır.


Şu da belirtmeliyim ki; öncelikle eğitim kalitesinin arttırılması, istihdam ve imkan yaratılması, nitelikli personel yetiştirilmesi ülke ekonomisine can suyu katacak bir projedir. Devlet idare kadrolarında gençlere daha fazla istihdam açmalı, özel sektör nitelikli ve kaliteli personelleri en üst düzeyde yetiştirmelidir. Ülke ekonomisini 2023’e en iyi düzeyde ulaştırmak istiyorsak üretmeliyiz ve yeniliklere açık olmalıyız.

22 Nisan 2016 Cuma

BÜYÜK KAŞİFLERDEN İNOVASYON DERSLERİ


“Tehlikeli bir yolculuk için adam aranıyor. Düşük ücret, acı soğuk, tamamen karanlık uzun aylar, sürekli tehlike ve güvenli geri dönüş şüpheli. Başarı durumunda şeref ve takdir.

Bu ilan 1913 yılında bir londra gazetesinde yayınlanmış. Cevap vermeyi düşünür müydünüz? Cevabınız eğer evet ise tam bir inovatörsünüz. Sizin gibi 1000’i aşkın adam cevap verdi. Sör Ernest Shackleto’ın liderliğinde bir Antarktika kutup seferi için seçilmeyi umuyorlardı. Sör Ernest Shackleton, Güney Kutbu’na yaptığı  1909 seferinde ün kazandı. Bu durum, yıllar geçmesine rağmen aslında bir inovasyon projesi niteliğinde bir çıkıştır. Modern çağ inovasyonu, tarihten, tarihi keşiflerden ve bu keşiflerin yolculuğundan esinlenmekten vazgeçemiyor.

Çoğu insan sadece gerekli olduğunda ve kaybedeceği hiçbir şey olmadığında maceraya atılır. Bu Kolomb ve Macellan için de böyleydi; ikisi de memleketlerini terk etmişlerdi. Benzer şekilde, dünya daha hızlı değişirken, kuruluşlar değişen pazarlarla karşılaşır. Eski Çözümlerin artık işe yaramadığını görmek kaçınılmaz bir gerçek olma yolunda. Bir zorunluluk hissi ve yeni vaad edilmiş topraklar aramaya başlamak ise aşikar olsa gerek.

12 Nisan 1961 yılında Sovyetler Birliği kozmonot Yuri Garagin’i uzaydaki ilk insan yaparak dünyayı şaşırttı. Başkan JFK Amerika’nın prestijini geri kazanmak zorundaydı ve Amerika’nın üstünlüğünü göstermek istiyordu. Yaptığı bir konuşma da: “ Bütün ulusun, içinde bulunduğumuz on yıllık dönem bitmeden bir insanın Ay’a ayak basmasını ve Dünya’ya sağ salim dönmesini sağlama hedefine ulaşmaya kendini adaması gerektiğine inanıyorum.” Tüm kaşifler birinci olmak için çabalar. Güney Kutbu’na ulaşan Amundsen, Nil’in kaynağını arayan Livingstone, Everest dağına tırmanan Hillary.. Girişimciler de aynı tutkuyu paylaşır: Rakipleri kurnazlıkla alt etmek amacıyla dünya için yeni inovasyonlar geliştirir ve bunun için çabalar.

Genellikle girişimciler ve kaşifler yalnız gitmeyi tercih eder. Kolomb, amerika’ya üç gemide doksan kişilik bir mürettabatla yelken açtı. Tenzing Norgay onu bir buz yarığına düşmekten kurtarmasaydı, Hillary Everest’i fethedemezdi. Amundsen dört arkadaşıyla hafif yolculuk ederel Güney Kutbu’na ulaşan ilk insan oldı. Apollo programındaki her uçuş mürettebatının yedek mürettebat üyeleri vardı; bazılarının devreye girmesi gerekti. Karmaşık kuruluşlarda da tek başına inovasyon yapamazsın. Yeni bir ürün geliştirmek, üretmek, pazarlamak, satmak, faturalamak ve onarmak için her disiplinden insanlara ihtiyacın mutlaka olur.

Keşif yolculukları; bilinmeyen bir hastalık, tropikal bir fırtına ya da mürettebat isyanının yol açtığı beklenmedik aksilikler nedeniyle uzun yıllar sürebilir. Macellan ve Elcano’nun 1522’de, bir buçuk yıllık hazırlığın ardından başladıkları ve gemiyle ilk kez dünyanın çevresini dolaştıkları seferleri üç yıldan fazla sürdü. Kennedy’nin 5 mayıs 1961’deki konuşmasının ardından Amerikalıların Neil Armsrong’u Ay’a çıkarması sekiz yıl sürdü. İnovasyon sürecinde, yeni bir ürünü geliştirme sürecinin ortalama süresi, konseptten sunuşa yaklaşık 18 ila 36 aydır ve benzer bir sıra izler.

Birçok gemi yolda kaybedilebilir. Macella’ın dünyanın etrafını dolaşması sırasında, beş gemisinden dördü geri dönmedi. Macellan’da Pasifik’te saldırı altındayken ölümcül şekilde yaralandı. Yine de geriye kalan son gemi, Victoria’nın kargosu tüm seferi faydalı kıldı. İnovasyonda da durum aynıdır. Yeni geliştirilmiş her yedi ürün fikrinden altısı yolda yok olur. Yedi üründen sadece biri pazara başarıyla girer.

Tesadüf, daha büyük ödüllere yol açar. Bazen kaşifler ilk önce küçük ve ada olduğunu düşündükleri şeyin devasa bir kıta olduğunu ortaya çıkar. Kolomb’dan çok önce Kuzey Amerika’yı keşfetmiş vikingler gibi. Bir örneği de SMS hizmetinin geliştirilmesiyle karşılaştırılabilir. İlk olarak B2B pazarı için geliştirildi ama tutmadı. Gençler SMS fikrinin birbirleriyle iletişim kurmanın ucuz bir yolu olarak tutunca, üç milyarı aşkın kullanıcıyla dünya çapında bir pazara dönüştü. Tesadüfler, asla mucize değildir; olması gerekendir.


İnovasyon kaçınılmaz tutkuların, başarıların ve mücadelenin bir ürünüdür. Azim etmenin, çıkılan yolda yürümenin bizlere yansıtan bir unsurudur. Girişimcilik ile yola çıkan ve inovasyon ile sonuçlanıp dünyayı değiştiren her idol; başarının, becerinin ve var oluşun bir mucididir.

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Oynayan Yapı Taşları : Türkiye Ekonomisinin Durumu


Son yıllarda ülkemizde ve çevre ülkelerde yaşanan terör olayları neticesinde ekonominin son iki yıldır durağan seyretmesi, ekonomik varlığın tamamen ikinci plana atılması ve seçimlerinde etkisi ile gidişat oldukça riskli düzeylerde seyretmektedir.

Türkiye, konumu itibariyle yıllar boyunca istikrarlı bir ekonomi politikası benimseyememiştir. Aksine Avrupa ülkelerinde ikinci dünya savaşından itibaren başlatılan kalkınma politikaları ile günümüzde yaşam standartlarının ve kalitesinin en iyi seyirde işlediği aşikardır. Yıllar boyunca terörle mücadelede ve ya siyasi istikrarsızlık neticesinde kalkınmasını tamamlayamayan Türkiye, günümüzde de yine aynı sorunları yaşamakta ve bu sorunları bir türlü bertaraf edememektedir. Gerek Ortadoğu’da yaşanan soğuk savaş gerekse iç siyasi karışıklıklar neticesinde her yıl ülkenin ekonomik anlamda doğrulamadığı gözler önündedir.

Ortadoğu’daki istikrarsızlık ve terör olaylarının Türkiye’ye sıçraması ekonomik dalgalanmalara neden olmuştur. Dolar/TL paritesi artmış, BİST düşüşe geçmiş, ihracat azalmış ve ekonomik sorunlar ardı ardına sıralanmaya başlamıştır. Üreten Türkiye hayalleri ile 2023 hedeflerine göz kırpan bir sistemin işlemesi ancak bu terör olaylarının bitmesi ve istikrarın hızla sağlanması ile olabilecek unsurlardır. Aksine belirttiğim gibi 2023 hedefleri sadece raflardaki tozlu kitap misali bir köşeye atılacak ve bir daha anılmamak üzere, bulunduğumuz döneme uygun yeni hedefler belirlenecektir ki bu hedefler 2023 hedeflerinin çok gerisinde kalacak hedefler olacaktır.

Hedefleri belirlerken üretim, tüketim, tasarruf ve yatırım kalemlerine sadece ekonomik olarak değil siyasi, konjonktürel ve kültürel olarak da bakmamız gerekir. Nitekim her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşam standartları yükseldikçe daha çok harcamaya gittiği ( yani tasarrufların azaldığı), işçi sınıfının tarım sektöründen direkt olarak hizmetler sektörüne yöneldiği, eğitim kalitesinin iyileşmesi gerekirken azaldığı görülmektedir. Ayrıca hükümetin ekonomi politikalarını sadece kendi parti ideolojisine göre kurması, topluma yönelik değil de sadece oy devşirme amaçlı genişletici politikaların uygulanması, tasarrufu teşvik etmeyen bir yapının oluşturulması, vergi politikalarının iyileştirilememesi, zenginin çok zengin fakirin ise çok fakir olduğu klasik Türkiye’nin ve zihniyetin hala aynı seviyelerde olduğunu göstermektedir.

Türkiye gelişmesi ve ilerlemesi bulunduğu konum itibariyle oldukça zor gibi görünse de aslında birçok hedef belirlenip Türkiye Cumhuriyeti olarak üzerine gittiğimiz sürece her işin üstesinden gelecek güce ve yeteneğe sahibiz. Burada en önemli faktör olan eğitim kalitesinin iyileştirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi temel dayanağımız olmalıdır.

2015 yılının Türkiye açısından kayıp bir yıl olacağı maalesef gözler önünde. Hükümetin kurulamaması ve terör olayları ülkeyi yıpratmakta ve ekonomiye ciddi zararlar vermektedir. Umarım en kısa zamanda hükümet kurulur ve terör olayları da tez zamanda bertaraf edilir.

Gökhan AKTOPRAK

https://twitter.com/GkhnAktoprak

9 Şubat 2015 Pazartesi

Başkanlık Sistemi ve Türkiye Açısından Değerlendirilmesi



Yaklaşık iki haftadır gündemde bulunan ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın her konuşmasında belirttiği “Başkanlık” sistemi ile ilgili yaptığım bir takım araştırmalar sonucu bir yazı derledim. Amacım bu konu hakkında bilgilenmek ve ekonomik açıdan ilişkilendirmek. Ama bu yazımda sadece siyasi açıdan derlediğim bilgileri sizlere sunacağım. Bildiğiniz üzere bir ülkenin ekonomisi siyaset ile bir bütün olarak ilerler. Siyasi her karar ekonomiyi etkileyebilir ama ekonomik her karar siyaset kavramını etkilemeyebilir. Önemli olan siyasetin ekonomiyi istikrarlı bir düzeyde işletmesidir. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik, sosyal ve siyasal konular gündemde oldukça yoğun işlenmekte. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bu durum daha yoğunluktadır.

Başkanlık sistemi ile ilgili bilmemiz gereken ve gerektiğine inandığım birkaç yazı derledim. Bazı ülkelerin sistemlerini ele aldım ve konu ile irdeledim. Öncelikli olarak Başkanlık Sistemi Nedir? 
Sorusuna cevap vererek başlayalım.

Başkanlık Sistemi; Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kati bir ayrıma ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar olanaklarını genişleten bir hükümet sistemidir. Başkanlık sistemi, “başkanlık hükümeti sistemi” olarak da adlandırılmaktadır.
Günümüzde bu sistemi en iyi şekilde kullanan ABD, başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. ABD siyasi ve ekonomik başarısını günümüzde de hala sürdürmektedir. Bu başarısının altında yatan etkilerin ilk sıralarında siyasi istikrar ve hakim olduğu global ekonomi yatmaktadır.

Başkanlık sisteminin temel unsurları:

 -Başkan, halk tarafından doğrudan ve dolaylı olarak belirli bir süre için seçilir. Bu süre hiçbir biçimde parlamento tarafından kısaltılamaz ve fesih edilemez.
-Kuvvetler ayrılığı kesin bir biçimde uygulanır. Devlet organlarının eşgüdüm içinde aksamadan çalışması için fren ve denge sistemiyle organların yetki ve güç suiistimali engellenir…
-Hükümet üyeleri başkan tarafından seçilir ve azledilir. Başkan hükümet üyelerinin düşüncelerine uymak zorunda değildir. Hükümet üyeleri yasama organı içinden Başkan tarafından seçilebilir ancak seçildikten sonra yasama organı üyeliklerini sürdüremezler.
-Devlet başkanı, hükümet başkanı ayrımı yoktur.
-Başkan görevi ile alakalı işlerden ötürü sorumsuzdur.

Başkanlık sisteminin iyi işlemesi için gerekli olduğu ileri sürülen koşullar şunlardır:
-Başkanın yasama organını feshetme yetkisi olmamalıdır.
-Başkana yasaları veto edebilme hakkı tanınmalıdır. Başkanın vetosu da yasama organının özel çoğunluğu tarafından aşılabilmelidir. Örneğin 3/5 veya 2/3 gibi.
-Başkan yasama organının üyesi olmamalıdır.

Başkanlık Sistemini Benimsemiş Diğer Dünya Ülkeleri ve Şekilleri:

1.) ABD ve Başkanlık Sistemi
ABD’de yürütme organı Başkan, yasama organı iki meclisli Kongredir (Temsilciler Meclisi ve Senato). Başkan Kongreyi feshedemediği gibi Kongre de başkanı istifaya zorlayamaz..
Başkan 4 yıllık bir süre için başkan yardımcısı ile birlikte seçilir. Ülkede koşullar ne olursa olsun bu süre değiştirilemez. Başkan sadece iki devre (4+4) seçilebilir.
Başkan olmak için dört anayasal koşul vardır:
1. ABD’de doğmuş olmak
2. ABD vatandaşı olmak
3. 35yaşında veya üstünde olmak
4. 14 yıldır ABD’de ikamet ediyor olmak.

2.)Fransa ve YARI BAŞKANLIK Sistemi

Durum bu ülkede biraz farklıdır. Çünkü Yarı başkanlık sistemi, hükümet başkanı ve reisicumhur (Cumhurbaşkanı) arasında yürütme yetkilerinin paylaşıldığı, yasama ve yürütmenin işbirliği içinde çalıştığı kati kuvvetler ayrılığının olmadığı bir hükümet sistemidir. Bu sistemde de Reisicumhur umumi rey(Genel Oy) ile kamu tarafından seçilmekte ve hükümet ulus meclisi önünde mesul sayılmaktadır.
Fransa’nın uyguladığı bu sistemde parlamenter rejime göre esas farklılıklar şunlardır:
1 - Klasik parlamenter rejim Cumhurbaşkanına sembolik görevler yüklediği halde, yarı başkanlık sisteminde yetki sahası daha geniştir. Mesela meclisi dağıtabilme, referandum isteyebilme, anayasa konseyi üyelerini nakil ve anayasanın 16 maddesi gereği olağanüstü vaziyet ilan ederek yasama, yürütme ve hatta yargı gücünü elinde toplayabilmektedir.
2 - Reisicumhur, hariç siyaset ve savunma konularında da ağırlığa sahiptir.
3 - 7 sene için seçilen Reisicumhur vatana ihanet dışında mutlak bir sorumsuzluk taşımaktadır. 

Kanunları onaylayan Parlamento, hükümeti denetleme ve düşürebilme yetkisine sahip olduğu halde, Cumhurbaşkanına karşı denetleme yönünden her hangi bir yetkisi yoktur.

3.)Latin Amerika ve Başkanlık Sistemi

Başkanlık sistemi dendiğinde olumsuzlukların yaşandığı ülkeler buradadır.
Başkanlık sisteminin olumsuzlukları ve demokrasi dışı uygulamaları için çoğunlukla Latin Amerika ülkeleri örnek gösterilir. Bu ülkeler arasında en uzun süredir başkanlık sistemini uygulayan iki ülke 1949 yılından beri Kosta Rika ve 1958 yılından beride Venezüella’dır. Kolombiya 1974, Peru’da 1979′dan dan beri sivil hükümetlerle başkanlık rejimini uygulamaktadırlar.

Arjantin, Uruguay, Brezilya ve Şili olmak üzere birçok Latin Amerika ülkeleri Başkanlık sistemlerini demokratik bir biçimde 1980′li yıllarda canlandırabilmişlerdir. Diktatörlüğün Güney Amerika’daki kalesi olan Paraguay, 1989 da başkanlık demokrasisine geçmiştir, darbeye çok açık olan bu rejime Sandinista koruması altındaki 1990′da oluşturulan Nikaragua demokrasisini de örnek göstermek mümkündür.
Aslında Ekvator, Bolivya, Honduras, Guatemala ve Dominik Cumhuriyetleri’nde de durum çok farklı değildir. Bu ülkelerde başkanlık sisteminin, daha doğru deyimle demokrasinin başarısızlığında ekonomik durgunluk, eşitsizlikler ve sosyo-kültürel geçmiş rol oynamaktadır. Bu devletlerde, seçilen başkanların, demokratik kurumların güçleri, hiçbir zaman ordunun siyasal yapı üzerindeki gücüne erişememiştir. İktidar mücadelesi, halktan kopuk küçük azınlıklar arasında ve ordunun güdümünde geçmiştir.

Bu ülkelerin yürütemedikleri başkanlık sistemi yerine parlamenter sisteme geçmeleri gerektiğini ileri süren görüşler de parti modelleri gerekçe gösterilerek eleştirilmektedir. Parti disiplinin gelişmediği bu ülkelerde parlamenter sistemin daha büyük bir kaos yaratacağı ileri sürülmektedir. Örneğin, Brezilya’da milletvekillerinin çok sık parti değiştirdiği, parti kararlarına karşı oy kullandıkları bilinmektedir.

4.)Venezüella Başkanlık Sistemi:

Demokratik sistemin uzun süredir kesintiye uğramadığı ve başkanlık sistemi ile yönetilen Venezüella ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Bu ülkede demokrasi, baskıcı bir diktatörlüğe karşı mücadele eden solcu işçi liderlerinin, muhafazakâr işadamları gruplarına kadar farklı güçlerin geniş bir koalisyonu sonucu ortaya çıkan uzlaşmayla doğmuştur. İstikrarın arkasında petrol, kahve ve şeker gelirlerinin demokratik bir ortam içinde özel sektörü geliştirirken, orta sınıfa ve çalışan kesimlere ayrıcalıklar getiren önemli mali kaynaklar sağladığı belirtilmektedir. 1958′de başlayan demokratikleşmeyle birlikte ülkede bütçenin üçte biri sosyal programlara, diğer üçte biri ekonomik kalkınma projelerine harcanmıştır. Günümüzde ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalsa da ülkede rejim açısından büyük sorunlar yaşanmamaktadır.
Başkan 5 yıllık bir süre için doğrudan halkoyuyla seçilmektedir. Üst üste iki dönem görev yapamamaktadır. Yürütmenin başı ve silahlı kuvvetlerin başkomutanıdır.
Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere Ulusal Kongre ülkenin yasama organıdır. Ülkede güçlü iki büyük parti bulunmaktadır. Yasama organının çoğunluğunu oluşturan partiler genelde Başkanın kararlarını desteklemişlerdir. Başkanlık sisteminin işlemesinde siyasi partilerin büyük özverileri olmuştur. 1958′de seçim öncesi siyasi parti liderlerini imzaladıkları antlaşma “Punto Fijo” sadece ülkenin zorlu geçiş yıllarını atlatmasını değil, etkileri ile uzlaşmayı Venezüella siyasal kültürünün önemli bir yapıtaşına dönüştürmüştür.

Tüm bu bilgilerden sonra başkanlık sistemi hakkında kafanızda bir takım gelişmeler meydana geldiğine inanıyorum. Şimdi ise işin Türkiye boyutunu değerlendirmekte yarar var.

Bilindiği gibi ülkemizde sürekli siyasiler arası bir çekişme söz konusu. Bu nedenle halk maalesef  birlikten uzak bir görüntü sergiliyor. Demokrasi adı altında “iyi-kötü ayrımı yapmadan” hükümeti ve muhalefeti suçlayan 2 farklı kutup oluşuyor. Bu da beraberinde karışıklık ve kutuplaşmayı getiriyor. Mesela: Sağ- Sol kavgaları, Atatürkçü-Dinci ayrımı, Komünist – Milliyetçi Ayrımı v.s…

Bu sebepleri toparlayacak olursak ülkemizde Başkanlık Sistemi şu nedenlerden dolayı getirilmek isteniyor diyebiliriz. İşte o nedenler:

1.)Siyasi istikrar isteği:

Ülkemizde maalesef ki bir siyasi istikrar yok. Bunun nedeni kutuplaşmalar. Bir hükümetin yaptığı projeyi devamında gelen hükümet sürdürmüyor, yeni projelere kalkışıyor bu da beraberinde işin proje aşamasını geçmesi durumunu doğurmuyor. Hükümetlerin sürelerinin kısa olması da bir projenin hayata geçmesini engelleyici büyük faktörlerden biri.

2.)Hızlı Gelişme ve İyi Sonuç:

Bilindiği gibi şu an kullandığımız sistemde bir işin gelişmesi ve sonuçlandırılması için birçok mencinin onayı gerekli. Bu da işi güçleştirmekte ve cıvın kını çıkarma noktasına getirmekte. Dünyanın çok hızlı gelişen gelişmelerine karşılık yavaş kalmak ülke olarak bizleri ileriye taşımamakta ve Atatürk’ün de dile getirdiği “Muasır Medeniyetler Seviyesine” bizi ulaştırmamaktadır. Bunların dışında yani kriz dönemlerinde kararın erken alınması gerekliliği de başkanlık sisteminin yararlarından biri.

3.) Tarihimiz Başkanlık Sistemine Gayet Uygun:

Tarihimiz yani Hunlardan bu yana Türkler sürekli olarak bir Han, Hakan, Padişah, v.s… ile yönetildi. Zaten birçok büyük devletin yönetim şekli bu idi. Bu olmasa bile buna benzer sistemlerdi. Padişahlık, Krallık dönemi bitti. Bu nedenle ki artık daha demokratik ve etkili sistemler aramak zorunluluğu doğdu. Başkanlık sistemi ise hem demokrasiyi hem de bu eski yönetim biçimlerinin harmanlanmasından doğdu. ABD’nin Osmanlı İmparatorluğunun ve Bizans’ın bu kadar uzun ömrünü araştırırken farkına vardığı ve geliştirdiği ayrıca demokratikleştirdiği bu yönetim biçimi insanları kaostan uzak ve kaliteli yaşamaya yöneltti. Kısacası biz Türkler devlet kültürüne sahip bir milletiz. Bunun yüzünden bağımsızlık bizim için çok önemli bir mesele. Ayrıca “Milli Şef” dönemi olarak bildiğiniz o dönemin de başkanlık sistemine çok yakın bir sistem olduğunu söylemeden edemeyeceğim.

4.)Başkanlık Sistemi Darbeye Engel olur ve Diktatörlerin Oluşmasını Engeller:

Türkiye’nin ne zaman iyileştiğine tanık olsak darbe yiyoruz. Bazı güçler bunu sağlıyor maalesef. Devlet içinde vatan sevgisi az olan kişilerden derledikleri bazı insanları “Seni devletin başı yapacağız” vaadi ile kandırıp bu vatana karşı bu millete karşı kullanıyor. Bunun önüne geçmek ve bunu yapanların deşifre edilmesi için getirilmesi gerek sistem başkanlık sistemidir. Ayrıca bu sistem diktatörleri de engeller. Sanıldığı gibi diktatör oluşturmaz. Aksine bunu engeller. Çünkü Türkiye’de oyların ortalaması %30 sol  %70 sağ şeklindedir. Başkanlık sistemini savunanların ileride bir sol diktatörün doğmasını ve ülkenin karışmasını ileri sürmektedir. Ama tabi ki bunlar sadece bir varsayımdır.

 Peki… Başkanlık sistemine karşı olanlar neden karşı? İşte bu  sorunun detaylı cevabı:

1.)Dikta rejimi kurulabilir:

Bunu düşünenler Türkiye’nin yürütme ile yasamanın birbirine karışmasına böylece yürütmenin fiilen üstünlüğüne sebep olacağını düşünmektedirler. Demokrasi sistemimizin başkanlık sistemini kaldıramayacağını daha çok demokratik adımdan sonra bunun gerçekleşebileceğini dile getirmektedirler.

2.)Parti disiplininin olduğu ülkelerde başkanlık sistemi çalışmaz:

Bu başlığı atarken şunu düşündüm. Osmanlı zamanında veya daha evvel bizim parti geleneğimiz mi vardı da cumhuriyet ile birlikte bir anda bunu benimsedik? Gelenek demek önceden var olmuş demektir bir anlamda. Aslında bu cümle her şeyi kanıtlar nitelikte fakat ben bu görüşü de sizler için açıklayayım.
Kıta Avrupa’sı ve Türkiye gibi ülkelerden farklı olarak, ABD’de Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler disiplinli bir yapıda değildirler. Hatta bir anlamda “no party system” ABD siyasi sisteminin belirleyici özelliğidir. Kıta Avrupa’sındaki tüm parti sistemlerinden farklı olarak, ABD partileri arasında ideolojik ayrılık yoktur, tek bir liberal partinin içindeki eğilimler olarak nitelendirilebilir. Bu ülkede partili parlamenter parti grup kararları ile bağlı olmadıkları için, Başkanlar ve kongre çoğunluğu farklı partilerden olsalar da yasama-yürütme arasında işbirliği sağlanabiliyor. Bu da iki güç arasında denge kurulmasını kolaylaştırmaktadır. Onun içindir ki, disiplinli partilere dayalı bir siyasi hayatta, ABD tipi Başkanlık rejiminin uygulanması daima askeri darbelere yol açmıştır.

3.) ABD dışında sürekli bir uygulaması yoktur:

Başkanlık sisteminin ABD dışında sürekli bir uygulaması yoktur. Bu sistem, tamamen ABD gibi pek çok dengelerin bir arada bulunduğu federal yapılı bir devlette, üstelik ekonomik açıdan hayli güçlü liberal bir ülkede uygulanma zemini bulabilmektedir. Diğer ülkelerdeki başkanlık sistemi örneklerinin hepsi kesintiye uğramaktadır ve demokratik niteliklerden kopuktur.

4.)Parlamenter sistem tıkanmamıştır:

Sistemin reforma ihtiyacı vardır. Tıkanıklar parlamenter sistemden kaynaklanmamaktadır. Başkanlık sistemi arayışları Türkiye’nin parlamenter rejimle edindiği deneyimleri ve ödediği bedelleri yok saymaktadır. Başkanlık sistemi yasamanın sorunlarını çözememektedir, sadece yürütmeyi güçlendirir, Türkiye’nin temel sorunu yasamanın görevlerini tam anlamıyla yerine getirememesidir.
Umarım anlaşılır ve sade biçimde sizlere sunmuşumdur. Sizlere sunduğum bu yazıyı şu kaynaklardan derledim.









28 Ocak 2015 Çarşamba

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini Tek Çatı Altında Toplamak




Eğitim sistemindeki göreceli hareketlerin olumsuz evresini artık bir kenara bırakmak ve verimliliği arttırmak için düşündüğümüz bu proje kapsamında; çeşitli faaliyetlere yönelmek, yöneltmek, geçici projeler yerine tam anlamıyla ülke ekonomisine ve refahına olumlu katkı yapabilecek yeni kavramsal nitelikleri gün yüzüne çıkarmak vb. olguları hayata geçirmek için çeşitli adımlar atmayı düşündük.

Böyle yenilikçi oluşumlarla hem ülke yararına hem de geleceğe yönelik sürekli artış eğilimi gösterecek ve katma değer oluşturabilecek projeler üretmek için öncelikle uygulanabilirliği devamlı olabilecek fikirler ortaya çıkmalıdır. Bu fikirler hayatımızın her evresinde bizim karşımıza çıkabilir. “ Ben bunu düşünmüştüm ama...” demek yerine “ ben bu fikri hayata geçirmek için çabalayacağım.” cümlesini yeğlemeliyiz hedeflerimize. Ulaşılabilecek reel hedefler olduğu sürece asla vazgeçmeyin. Başarısız dahi olsanız bunu sadece kendinize tecrübe edinin ve yolunuza kaldığınız yerden devam edin.

2 kişi olarak düşündüğümüz ve fikir alışverişinde bulunduğumuz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini hukuk fakültesindeki modele benzer bir yapıya çevirmeyi istiyor ve yetkililere sunmayı düşünüyoruz. Tek çatıdan kastımız; Üniversiteye giriş sınavına giren bir öğrenci sadece İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini tercih edecektir. Öğrenci üniversitede ilk yıl tüm bölümlerin ortak derslerini alacak daha sonra hangi alanlarda kendini geliştirmek istiyorsa o bölümlerin dersleri ile yoluna devam edecek. Her yıl bu şekilde ilerleyecek olan öğrenci üniversite bittiğinde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adı altında mezun olacaktır ve her sektörde çalışma fırsatı elde edecektir. Bu düşünce ile amacımız; İktisadi ve İdari Bilimler 

Fakültesinin kalitesini arttırmak, öğrencilerin araştırma ve proje üretme yeteneğini geliştirmek, öğrencinin verimliliğini arttırmak, öğrencinin sadece tek alanda değil en fazla 3 alandan ders alarak kendini daha fazla geliştirmesini sağlamak, yenilikçi projelerin artmasını hedeflemek, gelişmekte olan Türkiye ekonomisine daha fazla katkı sunmak vb. unsurları hayata geçirmektir.

Ülkemizde eğitim sisteminin geldiği seviye yenilikçi olsa da verimlilik açısından oldukça düşük ilerlemektedir. 4 yıl önce İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesindeki herhangi bir bölüme 300 puan ile girilirken şuan barajı geçen İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesine giriyor. Bu şekilde verimliliği arttırmak, kaliteyi yükseltmek sizinde öngöreceğiniz gibi imkânsızdır. 
Ayrıca her İİBF öğrencisinin üniversite bitene kadar verimsiz dersler alması, daha çok ezbere ve teoriye dayanan bir yapının olması bu öğrencilerin reel hayatta başarıya ulaşmasını güçleştiriyor. Bizim amacımız bu proje kapsamında öğrencilere sadece her yıl zorunlu olabilecek bir ve ya iki ders verilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu dersler; Proje Yazma ve Girişimcilik eğitimleri adı altında verilmesini düşündük. Bu şekilde yenilikçi projelerin artması, ülke refahına katkıda bulunabilecek sosyal projelerin ortaya çıkması, ayrıca yeni iş fikirler ve modellerin hayata geçirilmesi ve verimin maksimum düzeye çıkarılması amaçlanmaktadır.

Sınav sistemi olarak ödev teslim diye tabir ettiğimiz hocaların herhangi bir konu hakkında öğrencilere araştırma konuları vermesi ve öğrencilerin bu araştırma konularını bir dosya haline getirip hocaya kısaca sunması vize niteliğinde olmasını düşündük. Bu şekilde öğrencilerin araştırma kalitesini arttırmak, kendi alanında başarıya ulaşabilmesi için çeşitli bilgileri nerelerden sağlaması gerektiği bilincini öğrenciye endekslemek amacımızdır. Ayrıca final olarak hocanın kendi inisiyatifine bağlı bir sistem olabileceğini düşündük. Hoca sınav ve ya ödev teslimi isteyerek öğrencinin final notunu bu şekilde değerlendirebilir.

Sonuç olarak; hedeflerimiz doğrultusunda öncelikle İ.İ.B.F den başlamak daha sonra diğer tüm fakültelere yayılmak. Görüldüğü üzere üniversitelerin verimliliği oldukça düşük. Çeşitli illerin köy ve kasabalarında üniversitelerin üretmesi gereken yenilikçi projeleri köylümüz temelimiz olan insanlar üretiyor. Tabi ki böyle projelerin ortaya çıkması mutlu edici bir şey. Yalnız bu projelerin üniversitelerde de ortaya çıkarılması ve sürekliliğin sağlanması gerekirken maalesef üniversiteler hala pasif kalmakta. Özellikle öğretim üyelerine oldukça fazla iş düşüyor. Umarım gelecek dönemlerde üniversitelerin verimliliğini, eğitim kalitesini ve oluşum amacına yönelik kaliteli ve çeşitli fikirler ortaya çıkararak hem gelişme hem de kalkınma yolunda istikrarı sağlayabiliriz.

Bu düşüncemize lütfen çekimser kalmayın görüşlerinizi, düşüncelerinizi ve fikirlerinizi yazarsanız bizi çok mutlu edersiniz ayrıca;
https://twitter.com/GkhnAktoprak  adreslerinden bize ulaşabilirsiniz.
Umarım hayata geçebilecek bir proje olur ve sürekliliği sağlayabiliriz.

Teşekkür ederiz.

56 Yaşında Hayat Gözlerini Yuman Milyarder Steve Jobs'un Yazdığı Son Yazı

İş yaşamında büyük başarılara ulaştım. Kimilerinin gözünde yaşamım başarının simgesi, fakat işin dışında çok az neşem oldu benim. İşin sonu...