16 Aralık 2014 Salı

Çin İpek Yolunu Yeniden Canlandırmak İstiyor



Geçen günlerde açıklanan IMF verilerine göre dünyanın en büyük ekonomisi unvanını eline alan Çin, 2005’ten bu yana planlanan ve sürekli gündeme gelen ipek yolu projesini hayata geçirmek istiyor.
İpek yolu tarihe bakıldığında; eski Çin medeniyetini Batı’ya ulaştıran önemli bir kanal olmakla birlikte, aynı zamanda Çin ve Batı arasındaki ekonomik ve kültürel temaslarda önemli bir köprü niteliğindeydi. Günümüzde bu durum daha çok kültürel temaslardan ziyade yerini ekonomik temaslara bırakmış durumda. Çin İpek yolu projesi ile Doğu ve Batı arasında bir lojistik alt yapı kurmak istiyor. Geçmiş dönemlerde daha çok kara yolu ile oluşturulmuş bu proje şuan yerini daha modern ve günümüz teknolojisiyle benimsenen bir lojistik üssü ile düşünülüyor. Ayrıca İpek yolunu üç koridor halinde projelendirmek mümkündür. Bunlar Kuzey, Orta ve Güney koridor’dan ibarettir.

Kuzey koridoru, Çin’den başlayarak Rusya toprakları üzerinden Avrupa’ya uzanmakta ve Avrasya bölgesinde demiryolu taşımacılığı imkânı sağlamaktadır. Kuzey Doğu-Batı Koridoru olarak da adlandırılan rota, Batı Rusya topraklarındaki Trans-Sibirya Demiryolu hattı ile kıtalar arası köprü görevi üstlenmektedir. Ayrıca, Çin’in batı bölgesinden Kazakistan’a, buradan da Kuzey Koridoruna bağlanan ikinci demiryolu hattı ile bölgedeki demiryolu taşımacılığı ivme kazanmaktadır. Bu koridorun en büyük avantajı faal olmasıdır. Dezavantajları arasında ise demiryollarının yüksek bakım maliyetleri ve soğuk hava koşulları gibi coğrafik zorluklar yer almaktadır.

Orta Koridor, Çin’den başlayarak Kazakistan-Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya bağlanmaktadır. Orta Koridor, Batı Çin bölgesinden başlayarak, demiryolu ile sırasıyla Kazakistan, Azerbaycan (Hazar Denizi’nden feribot ile), Türkiye ve Avrupa’ya uzanmaktadır. Rota alternatif olarak Türkmenistan’a da bağlanmaktadır. Bu sayede Bakü ve Türkmen başı limanları denizyolu taşımacılığında kullanılmaktadır. Bu rota aktif kullanıldığı takdirde, Avrupa-Çin ticaret trafiğinden Orta Asya ülkeleri ekonomik fırsatlar yaratabilecektir. Özellikle Türkmenistan ve Azerbaycan limanlarında lojistik merkezler ve serbest ticaret sahaları kurulması, değer zincirlerinin yaklaşmasına imkân sağlayacaktır. Bu hat üzerinde etkin taşımacılık yapılabilmesi için öncelikle Hazar Denizi limanlarında gerekli altyapı yatırımlarının tamamlanması, ülkeler arası transit geçiş anlaşmalarının imzalanması ve demiryolu ağındaki teknik eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. Bu koridorun Türkiye’ye yararları oldukça fazla olacaktır. Bu proje, Çin’den başlayıp Türkiye’ye kadar olan ve Türkiye’den sonraki ülkelere kadar uzanan ipek yolu ile, Türkiye’nin dış ticaretini artırıp hem ihracat hem ithalat yaparak karşılıklı ticareti gerçekleştirebilmek için aslında bir pazar niteliğindedir.

Güney Koridoru, Doğu’da Çin’den başlayarak, bölgenin güneyinde sırasıyla Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran ve Türkiye’ye, buradan da Avrupa’ya uzanmaktadır. Rota üzerinde konteynır taşımacılığının yapılabilmesi için demiryolu ve karayolu kullanılabilmektedir. Ancak koridorun alternatifleriyle rekabet edebilmesi için demiryolu altyapısının tamamlanması, güvenlik sorunlarının aşılması ve ülkeler arası anlaşmalara gerek duyulmaktadır. Özellikle rotanın alternatif kollarından Afganistan tarafında demiryolu altyapınsın olmaması büyük dezavantajdır. Bununla beraber bölgenin ekonomik entegrasyonu için eksik ulaştırma altyapılarının giderilerek birbirine bağlanması önemlidir. Modern İpek Yolu bu sayede tekrar hayata geçebilecektir.

İpek yolu projesi yalnızca Çin’e değil bölgedeki birçok ülkenin yararına olacaktır. Özellikle bölgede bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan gelişmekte olan ülkeler arasındadır. Bu ülkelerin bir kısmı zengin yer altı kaynaklarını kalkınmanın anahtarı olarak görmektedir. Örneğin, Azerbaycan ve Kazakistan’ın ihracatında petrol ve petrol ürünlerinin payı, 2010 yılı verilerine göre, sırasıyla %88 ve %61’dir. Ancak altyapı yetersizliği ve sanayinin gelişmemiş olması, ülkelerin küresel değer zincirine ve entegrasyonuna engel olmaktadır. Bu ülkelerin lojistik altyapılarını güçlendirerek, petrol-dışı ihracat yapabilmeleri gerekmektedir.

Bu projede Türkiye’nin rolü olarak belirtebileceğimiz unsur ; Ortadoğu enerji merkezlerindeki çatışmaların giderilmesinde öncü rol oynayabilir ihtimalidir. Zira Türkiye, liberal ekonomiyi benimseyen, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak, bu anlamda örnek ve öncü bir konumdadır. Özellikle Turgut Özal’ın döneminden itibaren artan teknoloji kullanımı, genç nüfusu, doğal zenginlikleri, stratejik konumu, sermaye yönetimi, ithalata-ihracat modelleri, yatırım iklimi ve iş piyasası gibi konularda dünya devleti olma yolundadır.

Dünyadaki hammadde kaynaklarının yüzde 40’ı, enerji kaynaklarının yüzde 65’i Müslümanların yaşadıkları bölgelerde olması ve diğer ülkeler küreselleşmenin enerji merkezlerini kontrol için medeniyetler ve dinler arası diyaloglara yönelmeleri ile birlikte bir medeniyetler ittifakı benimsenmeye başlanmıştır.

Bu nedenle enerji hatlarının kavşak noktasında olan Türkiye’nin diğer Türk devletleriyle, sebep bağı olan Müslüman ülkelerle enerjinin adil dağıtımını sağlayan ekonomik birliktelikleri kurup yönlendirmesi potansiyeline sahip bir birikime sahip olduğu gerçeği ve güvenini hiç kaybetmemeliyiz. Nitekim belirttiğim üzere; Türkiye önemli bir stratejik konuma sahiptir. Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan odak noktasıdır. Türkiye’nin bu projede yerini alması ve konumunu sağlam temellere atması hem 2023 hedeflerimize ulaşmamızda bir istikrar sağlanır hem de büyüme ve istihdam açısından süreklilik sağlayan bir politika sağlarız.


Tasarruf ve Siyasal Politika ile Çin Ekonomisi’nin Seyri




Çin ekonomisinde meydana gelen olağanüstü gelişme son dönemlerde dikkat çekmektedir. ABD’nin 1872 yılından bu yana dünyanın en iyi ekonomisi olma ünvanını elinden alan Çin son IMF verilerine göre dünyanın en iyi ekonomisi seçilmiştir. Çin, satın alma gücü paritesini (SAGP) 17,6 trilyon Dolar'a yükseltmiş ve 17,4 trilyon Dolar'da kalan ABD ise 2.olmuştur.

Peki Çin bu aşamaya nasıl geldi? Öncelikle tasarruf politikası üzerinde duracak olursak; Özellikle Doğu Asya ülkelerinin Adam Smith’i çok ciddiye almaları ve “laissez faire , laissez passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) unsurunu ekonomilerine enjekte etmeleri 1950 yıllarından itibaren günümüze ekonomik başarıyla ulaşmalarında temel etkendir diyebiliriz. Öne çıkan ülkeler arasında ilk sırada Singapur gelmektedir. Singapur o dönemde yoksulluktan kurtulmak için bir tasarruf stratejisi benimsemiştir. 1955 yılında kurduğu Merkezi Tasarruf Fonu(MTF) ile işçilerin ve işverenlerin ücret gelirlerine %5 oranında katkıda bulunulmuş, bu oran 1985’li yıllara gelindiğinde %25 seviyelerine yükselmiştir. Singapur MTF sayesinde tasarruf oranlarını hep %50 oranında tutmayı başarmıştır. Burdan Çin ekonomisine gelecek olursak; Çin, Singapur’un tasarruf alanındaki başarılarını kopyalayan ve on yıllardır ciddi bir ekonomik büyüme kaydeden, ayrıca bu tasarruf modelini kendi ülkesinde farklı bir model haline getiren bir yapı ile günümüze kadar istikrarlı bir şekilde ulaşmıştır. Tasarruf yelpazesinin zıt uçlarında yer alan Çin ve ABD’deki tasarruflar arasındaki farklılıklar, ülkelerin tasarruf davranışları arasında niçin bu kadar farklılıklar olduğunu gösterecektir elbet.

Çin tasarruf alanında dünyada en yüksek orana sahiptir. Yarattığı tasarruf modelleri ile Singapur ve Malezya gibi ülkeleri de geride bırakmıştır. Çin, 1980 yılından günümüze gösterdiği mucizevi ekonomik başarısını büyük ölçüde yüksek tasarruf oranına borçludur. Çin’in kişisel tasarrufları, kurumsal tasarrufları ve devlet tasarrufları 1990’larda GSYİH’nin yarısına yaklaşmıştır. Son yıllarda ise daha fazla artış göstermiştir. Bu açıdan baktığımızda gerek Çin, gerekse ABD daha çok kişisel tasarruflara büyük önem vermiştir. Çin’de gayri safi kişisel tasarruflar GSYİH’nın %20’sinden fazla ve günümüzde de bu oran artış eğilimindedir.

Çin ekonomisinin siyasal zeminine tamamen komünist bir düzenden, liberalizm, kapitalizm ve komünizmin iyi tarafından bir parça alarak oluşturulan sistemin meyvesidir diyebiliriz. Gelir vergisinin bulunmadığı Karma Ekonomi’nin en iyi parçalarını bir bütün olarak işleyen Çin’de tasarrufu teşvik etmek, propaganda kampanyaları biçimini almıştır. Bu kapsamda, 1953 tarihli bir posterde bir grup mutlu, gülümseyen işçi, devlet tahvili almak için Çin Halk Bankası’na nakit para yatırıyor. 1990 tarihli posterde ise geleneksel bir kahraman olan Lei Feng gülümseyerek kumbaranın üzerine ‘tasarruf et’ yazıyor. Bir başka örnek ise 1990’larda caddelere büyük boy kırmızı pankartlar asılır ve ‘ Tasarruf etmek muhteşemdir’. Tasarruf etmeyi herkes için bir yurtseverlik görevi haline getiren bu kampanyalar, bugünkü yüksek tasarruf oranının ve ekonomik başarının zeminini hazırlamaktadır.

Bununla beraber Çin’in doğal kaynakları, ucuz hammadde ve işgücü temini, siyasi zemin ve tasarruf politikaları Çin’i bulunduğu noktaya getirmiştir. Bugün direk olarak Çinli üreticilerin ürettikleri malları değişik yönlerle açıklayabiliriz. Farklılaştırılmış ürün diyebiliriz ve ya kopyalama yöntemi ile ithal ikameci sanayi diyebiliriz. Fakat dünya markalarının da Çin’e yatırım yapıp, üretimlerini orada gerçekleştirmelerini sadece ekonomik gelişmeler ve ucuz işgücü ile açıklayamayız. Dünya markalarının Çin’de yaptıkları üretimleri, Çin Halk Cumhuriyeti hükümetine duyulan güvenin de önemli bir faktör olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu yüzden; Çin ekonomik faaliyetleri ile artık tüm dünya’da etkisini sürdürmeye devam edecektir.


Son olarak; verilere dayanacak olursak Çin ile ABD arasındaki satın alma gücü paritesi (SAGP) şuan 300 milyar dolar seviyesinde seyrederken, aradaki farkın 2015 yılında 1 trilyon dolar’a yaklaşacağı öngörülmektedir.

İnovasyon Başarının Anahtarıdır – 2



Bir önceki yazımın devamı niteliğinde olan bu yazımda, öncelikle daha çok güncel,ekonomik ve kişisel gelişime dayalı konulara değineceğimi belirtmek isterim.

İnovasyon bir farkındalık projesi gibidir. Günümüzde değişimin, yaratıcılığın,sürdürülebilir kalkınmanın temel ayağıdır. Bir ekonomi gelişme aşamasında ise inovasyon fikrini önce eğitim ile aşılamalı; proje eğitimleri, ileri düzey yabancı dil eğitimi ve bana göre en önemlisi girişimcilik eğitimlerini ön planda tutmalı. Sürdürülebilir bir istikrar isteniyorsa projeler desteklenmeli, ARGE harcamaları arttırılmalı ve girişim odakli faaliyetler kapsamlı işletilmelidir. Kalkınma aşamasında olan ekonomilerde görüldüğü üzere, sürekli teknolojik ve bilimsel yeniliklerle ülke ve dünya ekonomisine katkıda bulunan ülkeler, bu başarılarını disipline,eğitime,tasarrufa ve girişim ruhlu bir yapının var oluşuna borçlular.

Türkiye olarak daha başlangıç aşamasında olduğumuz bilim,teknoloji ve sanayi alt yapısını oluşturmaya devam ediyoruz. Özellikle üretilen yerli elektrikli araç ile güzel bir başlangıç yaptığımızı düşünüyorum. Ülkemizin üstün özellikli şirketlerinin başarısı ve girişim alt yapısına verdiği destekle sınırlı kalmayıp hükümet olarak ve biz gençler olarak elimizden geldiği kadar proje bazlı yenilikçi fikirleri her zaman dinlemeli ve hayata geçirmek için çaba göstermeliyiz. Ülkemizde ARGE harcamaları şuan yetersiz. Hedefler doğrultusunda GSYİH’in %3’ü aşması beklenen ARGE harcamaları ile başta hükümet olmak üzere birçok özel sektör kuruluşlarını heyecan sarmış durumda. 

Biz gençler olarak yatatıcı fikirlerimizi hayal niteliğinde düşünmeyip girişimci bir ruhla o projenin üzerine gitmeliyiz. Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi Türkiye Ekonomi Bankası, Borsa İstanbul ve çeşitli şirketler sizin yenilikçi fikirlerinizi asla geri çevirmez. Maddi anlamda her türlü desteği sağlayan bu kurumlar ayrıca belirttiğiniz fikirler doğrultusunda sizleri eğitiyor, gerektiği takdirde silikon vadisine bile sizden hiçbir maddi karşılık beklemeden götürüyor. Bizler düşünce yapımızdan ve subjektif bakış açımızdan kurtulmadığımız müddetçe “bu ülke gelişmez” dediğimiz müddetçe önümüzde birden fazla fırsat olmasına rağmen bilinçsizce konuştuğumuz müddetçe evet inovasyon ve yenilikçi politika elbette hayalden ibaret.

Belirttiğim üzere inovasyon istikrardan, azimden ve yenilikçi politika üzerinden geçer. Türkiye İnovasyon Haftası kapsamında edindiğim bilgilerden de bahsedip yazımı tamamlamak istiyorum. Öncelikle Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı sayın Mehmet Büyükekşi’nin konuşmasından birkaç anekdot paylaşmak isterim. Büyükekşi konuşmasında ; Yaratıcı potansiyelin açığa çıkması için neler yapmamız gerekir? Medeniyete neler kattık ? sorularına büyük önem vermemiz gerektiğini belitmiştir.Ayrıca konuşmasından edindiğim bilgiler ise ; Türkiye bilişim evi, teknoparklar ve girişim evleri ile daha fazla değil daha akıllıca üreterek 2023 hedeflerine ulaşacaktır. Bunun için ARGE, inovasyon, markalaşma ve tasarım alt yapısı ile yüksek katma değer’e ulaşıp ülke ekonomisini önce gelişmişlik ardından kalkınma seviyesine getirmemiz gerekir. Bunlar ancak sürdürülebilir yenilikçi politikalarla ve istikrarla olabilecek şeyler, Hayal değil aksine eğitim eğitim eğitim…

İleri teknoloji üretimi ve ihracat payını arttırmak için; ARGE ve inovasyona yönelmemiz ve önem vermemiz gerekiyor. 2013 itibari ile gelinen seviyeyi belirtecek olursak şuan dünyanın her ülkesine ihracat yapıyoruz. Burdan edindiğimiz birçok tecrübe olsa dahi öncelikle yine belirtiyorum; yüksek katma değerli ihracat, küresel markalar ve ARGE’ye büyük çapta önem verilmeli. Bu düşünce uzun vadeli olarak benimsenmelidir. 3 temel yol inovasyon açığını kapatabilir. Bu unsurlar Sayın Mehmet Büyükekşi’nin de belirttiği gibi ; Ülkemizin yaratıcı potansiyelini ortaya çıkarmalıyız, Açık inovasyon ve kollektif başarı stratejisini benimsemeliyiz ve tüm potansiyelleri keşfederek uygulamaya koymalıyız.

Sayın Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasından edindiğim bilgileri aktaracak olursak; İnovasyon düşünce yöntemi ve hayat tarzıdır. Bu hayat tarzını öyle benimsememiz gerekir ki sadece inovasyon değil fikir, uygulama, ticarileşme ve rekabet kavramları da literatürümüzde yer alsın. Öyle ki bu kavramları hakkıyla zihnine yerleştiremeyen inovasyon alanında başarıya kolay kolay ulaşamaz. Sayın Başbakan’ın kongrede eğitim konusunda ifade ettiği sözler beni oldukça umutlandırdı. İfadesinde özellikle matematik, fizik, biyoloji, kimya ve teknoloji alanında çok büyük eksikler olduğunu ve bunları kapatmak daha kaliteli hizmet sunmak adına çalışmalar yapıldığını bizzat belirtti. Geç kalınmış evet ama fark edilmesi bile insanı heyecanlandırıyor. Sayın Davutoğlu ayrıca; yenilikçi düşünce için tasavvurun şart olduğunu ve bilginin tasavvurla ve tasarımla iyi kurgulanması gerektiğini belirtmiştir. Çıkarım yapacak olursak; Yenilikçi politika adımlarının hızlı atıldığı, teknoparklar ve girişim evleri ile sınırlı kalmayıp eğitimde, temel bilim alanlarında yeni laboratuvarlarla, yeni projelerle geleceğe yönelik yeni fikirlerin var olması, ülkemizi gelecek yıllarda ekonomik anlamda bir sıçrayışa yönelttiğini ifade edebiliriz. Burada üniversitelere de oldukça fazla iş düşmektedir. Üniversiteler ile ticarileşmenin önünün daha kapsamlı açılacağına inanıyorum Yeter ki ticarileşme kapasitesine sahip olan ürün ve hizmetler proje bazlı unsurlarla hayata geçirilsin.

Türkiye İnovasyon Haftası kapsamında genel itibariyle edindiğim bilgileri belirtmek isterim.
İnovasyon yapılacaksa eğer öncelikle yeni pazarlar, yeni alanlar da keşfedilmeli. Tüketicinin ne istediği bilinmeli ve ona göre hareket edilmelidir. İnovatif fikre sahip olan bir insanın en az 4 5 fikir üzerinde durması gerekir. Sadece tek proje ile yola çıkmak sadece kısa vadeden ibaret bir proje niteliği taşır. Yani mutlata alternatif fikirlerimizin olması gerekir. Yenilikçi fikirlerin asıl anlamlılığını belirleyen müşterileridir. Fikir geliştiren birisi mutlaka müşteri ilişkilerinden anlamalı,problem çözmeye odaklı ve disiplinli olmalıdır. Bu üç özelliği taşıyan bir inovasyon mucidinin başarısız olma ihtimali oldukça düşüktür. Bir fikir irdelenmeli, beyin fırtınası ile çeşitlendirilmeli. Fikirler en az 5 kişi ile ve farklı alanlardan kişilerle daha verimli ve sağlıklı bir biçimde yürütülebilir. Yani anlayacağımız temel nokta; ‘Başarılı olmak için istikrar ve sürdürülebilirlik şarttır.’

Çok kültürlü ortamda yapılan inovasyon oldukça verimli sonuçlar verir. Günümüzde de görüldüğü gibi birçok inovatif fikirlerle teknoloji üreten şirketler farklı kültürlerle hep etkileşim içerisindedir. Bu aşamada; iletişime önem verilmesi ve eleştirilere açık olunması gerekir. Fikirlerimizde idealist ve ısrarcı olmamız gerekir. Farklı kültürden insanlarla etkileşimimizin iyi olması ve o kişileri iyi tanımamız gerekir. Çalıştığımız ortamda bir yönetici isek, bir yönetici gibi değil yönlendirici gibi davranmamız gerekir. İşte başarıya giden temel vurgular. Bu unsurları öğrenerek hayatımıza yeniden başlamak, yön vermek,düşüncelerimizi açığa vurmak, farklı kültür ve ortamlarla kaynaşmak bizi inovasyon düşüncesi içerisine yerleştirecektir. Temel amacımız her zaman azim ve yüksek irade olmalıdır.

Son olarak İnovasyon bir başarı öyküsünün alt yapısıdır. Ancak yapılan inovasyon istikrarlı ve sürdürülebilir aşamada ilerlemezse ileride zorlaşan bir inovasyon, marka endişesi ve mevcud işi bozma eğilimine girebiliriz. Aksi takdirde yenilik üzerine yenilik katmak ve sürdürülebilirlik daima önemli bir işleve sahip olmakla birlikte yaratıcı fikirlerin gelişmesine ve düşünce eğilimimizin istikrarla yükselmesine sebep olacaktır. Asla fikirlerinizi belirtmekten ve projelendirmekten korkmayın. Her iki yazımda da belirttiğim gibi birçok kuruluş biz gençleri ve genç girişimcilere her türlü desteği sunmaktadır.


“Başarıya giden yol daima inovasyondan geçer.”

İnovasyon Başarının Anahtarıdır – 1





İnovasyon; şirketlerin ve bireylerin teknolojik, sosyal, siyasal vb. politikalarında yenilikçi modellere yönelmesi ve ya farklılaştırma çabasına girişmesine denir. Günümüzde inovasyon bir ülkenin gelişmişlik düzeyini önemli ölçüde belirleyen etkenlerin başında gelir. Girişimcilik ve inovasyonu bir araya getirdiğimiz zaman AR-GE odaklı birey ve şirketlerin bütün halinde çalıştığını ve oluşturulan yenileşme hareketleriyle –örneğin son 6 yılda kurulan KOBİ’lerin %60’ının batması- şirketlerin ayakta tutunmasına yardımcı olur. Günümüz teknoloji çağında yenileşme hareketinin özellikle Japonya’da  daha belirgin halde olması ve Japonya’nın AR-GE çalışmalarına büyük önem vermesi ülkenin ilerlemesine,kalkınmasına ve kat kat gelişmesine sebep olmaktadır.

İstanbul’da düzenlenen Türkiye İnovasyon Haftası etkinliğinde olağanüstü fikir ve görüşlerin hakim olduğu, şirket CEO’larının ve ya temsilcilerinin başarı öykülerini üstün düzeyde bizlere aktarması kongrenin daha heyecanlı ve verimli geçtiğinin en önemli belirtilerinden biridir. Özellikle Arçelik firmasının ürettiği yeni nesil ürünler ve rakamlarla belirtecek olursak pazar payında Avrupa’da beyaz eşya sektörü alanında Beko adı altında 2.sırada yer alması, 130’dan fazla ülkeye hizmet sunması ve bu başarısına AR-GE ve inovasyon bilincinin şirket çalışanlarında yer edinmesi,inovasyonun sadece teknoloji ile değil her alanda uygulaması Arçelik’in başarısının en önemli göstergelerinden biridir. Beni oldukça derinden etkileyen(bana göre) en önemli yenilikçi uygulaması Afrika’da güneş enerjisi ile çalışan buzdolabı ve dondurucu üretilmesi, ayrıca sadece 20 derecede %80’e kadar tasarruf sağlayarak hijyenik yıkama yapan yeni nesil çamaşır makinası ile üstün başarılara imza atıyor Arçelik devi. Arçelik Genel Müdürü Levent Çakıroğlu kapanış konuşmasında ; ‘Ülkemizin kalkınması ve dünyada öncü niteliklere ulaşılması inovasyonla olacaktır. Yatırımların artarak sürmesi herkes için bir sorumluluktur ve herkes bu sorumluluğun bilincinde olmalıdır dedi.’

Diğer konferanslara ortak bir payda altında değinecek olursak; Amerika’nın inovasyonda başarılı olmasında en önemli faktörün dışarıya yönelmek olduğunu ve içe dönük şirketlerin sadece %25 inovatif politika uyguladığı ve bu yüzden gelişiminin oldukça yavaş olduğu belirtildi. Ayrıca Amerika’nın uzun yıllardır inovasyona büyük önem vermesiyle özellikle serbest ticaret politikalarında başarıya ulaşması, Amerika’nın günümüze dek sürekli yenilikçi ve güçlü ekonomi politikalarıyla ulaşmasının belirleyicisidir. Ülkemizle kıyaslayacak olursak, Türkiye özellikle bir önceki yazımda da belirttiğim gibi 80’li yıllarda ithal ikameci politikadan kurtulması ve serbest ticarete başlamasıyla istenilen düzeyde olmasa da gelişme göstermiştir. Siyasi ve ekonomik krizler neticesinde 2002’ye kadar uzanan yanlış politikalar ve krizler 2002’de Güçlü Ekonomiye Geçiş Programıyla birlikte ülke ekonomisinde reformlara gidilmesi 2008 krizine kadar istikrarlı bir politika ile yola çıkılması ve 2008’den sonra hala etkisi altında olduğumuz küresel krizin tüm Avrupa ve nispeten ülkemizde de etkisini sürdürmesi bazı inovatif fikirlerin gelişmesine ve gecikmesine neden olmuştur.

Günümüzle 40 yıl önceki teknolojiyi kıyaslayacak olursak, 40 yıl önce yaşayan insanlar günümüzde dokunmatik ve ya temassız çalışan elektonik aletleri hayal bile edemezlerdi. Burdan anlaşıldığı üzere şuan hayalini kurduğumuz bir çok teknolojik yenilik 40 yıldan kısa bir sürede karşımıza çıkacaktır. Elbette ki inovasyon istikrar ve sürdürülebilirlik politikaları ile başarıya ulaşır. Bunu gelecekte ekonomik krizlerin olabileceği ihtimallerini katsak dahi global krizlerin var olmadığı bir dünyada inovasyon ülkelerin gelişiminin en temel araçlarından birisidir.

Dinlediğim ilginç bir olayıda sizlerle paylaşmak isterim. Hiç teknoloji görmeyen bir topluluğun çocuklarına tabletler dağıtılıyor. Yalnız bu çocuklar tabletin on/off tuşunu dahi hiç bilmezken, 5 günde 80 adet android uygulaması kullanıyor ve en ilginç vaka ise 6 ayda android uygulamasını hackliyorlar. Çıkarım yapacak olursak, yaratıcı fikirlerle kontrol hissinin bir arada yürütülmesi hissi oldukça önemli bir yere sahiptir özellikle çocuklarda. İnovasyon kavramının her toplumda daha ileri aşamalara ulaşması için; bakış açısı, yaratıcılık, birbiriyle bağlantılı olma ve toplumun izolasyonda olmaması gerekmektedir. İnovasyon çalışmalarına, teknoloji alanında büyül önem veren global şirketler sergiledikleri üstün performanslarını önceki cümlede belirttiğim 4 madde ile geliştirdikleri ortadadır. Örnek verecek olursak; Arçelik firmasının yaptığı yenilikler üstün stratejik politikalarla, 
bakış açısıyla ve yaratıcılığın ön planda tutulmasıyla gerçekleşmektedir.

Türkiye Ekonomi Bankası KOBİ’lere verdiği desteklerle Türkiye’de ön planda bulunan bir şirkettir. Kısaca değinecek olursak; Şirket son yıllarda girişimciliğe ve inovasyona verdiği önem ile TİM’in destekleriyle Girişim evleri projesini hayata geçirdi. Bu kurum girişim evleri ile inovatif fikirlere hem maddi hem de manevi anlamda destek vermektedir hemde hiçbir karşılık beklemeden. Özellikle projesi olanlar için önerebileceğim bir destek projesidir.

Genç istihdamı konusuna değinecek olursak; bu konuda büyük bir olasılıkla bir işsizlik ve globalleşmenin hakim olduğu açıktır. Bu sürecin olumlu olarak ilerletilmesi için genç girişimcilerin inovatif fikirlerle kendi istihdamını üretilecek destek ve politikalarla belirlemesi imkansız değildir. Bu konuda hükümetlere oldukça fazla iş düşmektedir. G20 genç girişimci Avusturma Başkanının belirttiği gibi; Büyük girişimciler öncelikle sorunu ortaya çıkarmalı, ardından sürdürülebilir bir politika anlayışına hakim olmalı ve hedef kitle belirlemelidir. Ayrıca şu 7 zihniyete adapte olmalıdır. Bunlar; Güven,fırsat,hızlı karar verme,risk,disiplin,çalışkan olma ve öğrenmeye odaklı bir yapı zincirinden ibarettir.

Borsa İstanbul yeni keşfettiği özel Pazar projesine ilk 6 ay ve 5 yıla kadar iyi bir iş modeli olanlar başvurabiliyor. Ayrıca istenilen şey; projenin işlenebilir ve desteklenebilir bir yapıda olmasıdır. Borsa İstanbul bu tür projelere know-how desteği sağlayarak girişimciyi model olarak sunduğu projenin benzerleriyle buluşturuyor ve her alanda destekliyor.


Son olarak geleceği tahmin etmenin en önemli görevi geleceği şekillendirmektir. Geleceği şekillendirmek ülkenin gelişme düzeyine ve kalkınmasına katkıda bulunmaktır. Markalaşmaya önem verilmeli ve Türk ürünlerini global şirketlerin bünyesinde bulunan markalaşmış ürünlerle kıyaslanacak hale getirmeyi kendi zihnimizde yer edinmeliyiz. Katma değerli ürünler üretmeye önem verilmeli, inovasyon ve girişimcilik alanında eğitimlere ağırlık verilmelidir.

Türkiye’de İmalat Sanayi ve Üretimin Önemi




Türkiye 1980 yılında 27 milyar dolarlık imalat sanayi kapasitesi günümüzde dek 150 milyar dolarlık kapasiteye ulaşmıştır. Bu kapasite oranı ile Türkiye’nin imalat sanayi açısından gelişme gösterdiği ve daha çok imalat sanayi ürünlerinde üstünlük kurduğu görülmektedir. Türkiye 1988-1989 , 1994 ve 2001 krizleri neticesinde imalat sanayide bu yıllarda küçülmüştür. Krizler sonucunda imalat sanayideki gelişme sürekli gecikmeli olarak işlemiştir. Ayrıca ithal ikameci sanayi politikasından vazgeçip 1980 yılında serbest dış ticaret politikasının uygulanması ile imalat sanayiye daha çok önem verilmiş. Çeşitli fabrikalar kurulmuş ve o dönemden itibaren gelişme sadece kriz dönemleri hariç göreceli olarak artmıştır.

1990’dan günümüze dek imalat sanayi ürünleri üretimi yaklaşık 6 kat artmıştır. Ayrıca yurtiçi üretim oranlarındaki artış ile ihraç ettiğimiz imalat sanayi ürünlerindeki artış doğru orantılı olarak gerçekleşmiştir. Özellikle 2000 yılında beyaz eşya sektöründe yurtiçi üretim oranını bin adet cinsinden ifade edecek olursak yaklaşık 4000 oranında bir değere ulaşıyoruz. Ayrıca ihraç ettiğimiz beyaz eşya ürünlerinde ise bin adet cinsinden belirtecek olursak yaklaşık 1300 oranında bir değere ulaştığımızı belirtebilirim. Bu işleyen süreci 2007 yılı ile değerlendirecek olursak 2007 yılında yurt içi üretim bin adet cinsinden yaklaşık olarak 16500 oranında, ihraç ettiğimiz beyaz eşya ürünlerinde de bin adet cinsinden yaklaşık olarak 12000 oranında bir ihraç gerçekleşmiştir. Bu gelişmeden anlayacağımız üzere 2002’de güçlü ekonomiye geçiş programı kapsamında yapılan düzenlemeler ve gelişmeler ile özellikle 2002-2007 döneminde çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Yalnız 2008’de çıkan kriz ile imalat sanayi büyüme oranı ile ayrıca GSYİH’daki düşüş önemli derecede olmuştur. İmalat sanayinde yaklaşık olarak %18 oranında bir küçülme görüldü. Ayrıca GSYİH oranı yaklaşık olarak %14 oranında küçülmüştür.

Türkiye 2000’li yıllarda sanayileşmesini sürdürmüş. Dünya ve AB piyasasında pazar payını arttırmış,fakat bu konuda Çin, Güney Kore, Hindistan ve Polonya kadar başarılı olamamıştır. Türkiye’nin artan imalat sanayi ürünleri çerçevesinde AB piyasasına ihracatı 1995’te 2.1 milyar dolar iken, 2004’te 6.2 milyar dolara yükselmiştir. Ayrıca  Türkiye’de 1997- 2006 yıllları içerisinde imalat sanayi işyeri sayısının 100 binin üzerinde çoğaldığı ve istihdamın bir milyon civarında arttığı gözlemlenmektedir.

Şuan hala krizin etkisinden çıkamayan Türkiye 2014 yılına dek gerek büyüme oranlarında gerekse imalat sanayi gelişme oranında tatmin edici bir büyümeye ulaşamamıştır. Tüm Avrupa’yı hala etkisi altında tutan kriz Türkiye’yi de olumsuz boyutta etkilemekte özellikle ihracat açısından da gelişmemizi etkilemektedir. Önem vermemiz gereken nokta; imalat sanayi alt yapısını geliştirme aşamasını hızlı bir süreç içerisinde tamamlayıp özellikle Güney Kore ve Çin’de uygulanan ‘pahada küçük değerde yüksek’ üretimlerle bilim ve teknoloji açısından gelişmemiz gerektiğini belitrmekte fayda var. Eskişehir teknoloji  merkezinde üretilen ülkemizin ilk yerli otomobilinin icat edilmesi önemli bir başlangıç niteliğindedir bizim için. Umarım bu ve benzeri yenilikçi politikalarla sanayide önemli gelişmeler elde ederiz.


Unutmayalım ki akıllıca düşünmek zor üretmekten daha değerlidir.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Üstün Çabamız : Tasarruf Bilincinin Yetersizliği


Üstün Çabamız : Tasarruf Bilincinin Yetersizliği

İşleyeceğim konuda öncelikle tasarruf politikası hakkındaki görüşlerim ve cari açıkların tasarruflarla, inovasyon dediğimiz yenilikçi ürünlere verilecek teşviklerle azaltabileceğimizi vurgulayacağım.

Tasarruf deyince halk bunu yastık altı kavramına binaen parayı saklayıp harcamamak gibi algılıyor. Yıllardır süre gelen alışkanlıklarımızdan birisi de yastık altı diye tabir edilen bu unsurdur. Peki neden yastık altı? Türkiye’de yıllardır süren ve günümüzde de geçerliliğini sürdüren gelir adaletsizliği ;tasarruf yapabilecek kişileri bile olumsuz yönde etkilemektedir. Bir tarafta para ile duş alan şahıslar varken diğer tarafta gururu ile para kazanan emeğinin karşılığını dahi zar zor alan bir iş gücü ve emek faktörü var. Anayasal İktisatta da bildiğiniz üzere 3 unsur olmazsa olmaz ve bütünleştici yapıya sahiptir. Bunlar hukuk , siyaset ve ekonomidir. Bu üç unsurun bir tanesini eksik olması dahi tasarrufları, yatırımları, hane halkının gelirini, halkın refahını olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Sorunun çözümü aslında kolay olsa da günümüz açısından baktığımız zaman oldukça zor gözüküyor. Iphone 6 çıktıktan sonra kapısında oluşan kuyrukları herkes görmüştür. Gösteriş ( zübbe ) mallarının halk tarafından bu kadar çok ilgi çekmesi ve bir aylık gelirinin ıphone 6 fiyatından daha az olan bir maaşa çalışan gençlerin ve ya orta yaş gurubunun tasarrufla ilgili ne kadar bilgiye sahip olduğu tartışılabilecek bir durumdur.

Halbuki tasarrufla ilgili önceki yazılarımda da belirttiğim gibi ; Tasarruf deyince aklıma Çin geliyor. Çinde 1990 tarihli bir posterde genç ,yakışıklı ve geleneksel bir kahraman olan Lei Feng gülümseyerek kumbaranın üzerine “tasarruf et” yazıyor. 1990’larda caddelere büyük kırmızı pankartlar asılıyor ve : “Tasarruf etmek muhteşemdir.” Tasarruf etmeyi herkes için bir yurtseverlik görevi haline getiren bu kampanyalar, bugünkü Çinde yüksek tasarruf oranlarının zeminini hazırlamış bulunuyor.

Yatırımlar ile iç tasarruf oranları arasındaki anlamlı ilişki ekonominin yönünü belirlemektedir. Yani bir ülkede yatırım yapmanın anahtarı bir nevi iç tasarruf oranlarıyla alakalıdır. Tasarruf arttıkça teori gereği yatırımlarda artar konjoktürel gereği içine hapsolunan kapılar açılır ve her koşulda düzlüğe çıkılabilir. Bunu başarabilen ülkeler şuan Dünya’ya hükmedebilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse Dünya’daki 57 İslam ülkesi 1 Almanya etmiyor. Neden diye sorarsanız? Sadece Alman disiplini demek yeterli olacak diye düşünüyorum.

Tasarruf politikası oluşturmamız gerekirken hala somut bir veri dahi elimizde bulunmazken bu ülkede tasarruflar %15’in daha da altına ineceği kanaatindeyim. Hala bir sanayi politikamız dahi yok. Oysa ithalat rakamlarına baktığımızda %70’e varan cari açığın nedeni enerji ithalinden kaynaklanmaktadır.  Sadece şu rakamlar varken tasarruftan bahsetmek pek de mümkün değildir. Bir örnek verecek olursak ; İstanbul Teknik Üniversitesinde sadece 40 TL lik şarj ile 500 km yol kat eden inovasyon mucidimiz geçen aylarda gösterime sunuldu. Peki şuan adından bahsediliyor mu ? 

Maalesef ülkemizde üretim dışında ve üretimden yoksun bir politika hakim. Bu projeye destek verilecek olursa ve seri üretime geçilirse ülkemizin enerji ithalatında düşünüşü hep beraber izleme fırsatı buluruz. Ayrıca benzer proje Afyon Kocatepe Üniversitesi Teknoloji Fakültesi öğrencileri tarafından da yapılmıştır, gösterime sunulmuş ama maalesef seri üretim adına herhangibir teşvik sunulmamıştır. Her ne kadar sanayileşme sürecine girilse de ülkemizin mutlaka bir sanayi politikası oluşturması ve iç tasarruf oranlarının bu şekilde  radara sokulması kanaatindeyim.


Sonuç olarak bir makaleden edindiğim bir yazıyı da sizinle paylaşmak istiyorum.” Toplumu lükse ve aşırı harcamaya yönelten başka şeylerin olduğu kesindir Kredi kartlarının dayanılmaz hafifliği, post modern toplumlara öykünme lüksü, sosyal ilişkilerin giderek körelmesi, geleneksel aile birliğinin bozulması ve yaşamın hızlı tüketim alışkanlığı” gibi sosyal meseleler de aşırı tüketim ve lüks yaşamın körükleyicileridir. “

1850- 1929 Dönemi Türkiye Ekonomisindeki İstikrarsızlık Sorunu ve Sonuçları


1850- 1929 Dönemi Türkiye Ekonomisindeki  İstikrarsızlık Sorunu ve Sonuçları


Türkiye, Osmanlı Devletinden aldığı mirası Cumhuriyet’in kurulması ile ve yapılan reformlar sayesinde ekonomik, sosyal ve kültürel alanda devam ettirmeye çalışsa da maalesef yine yeterli başarıyı gösterememiştir. Ekonomik,siyasal ve kültürel alanlarda Osmanlı Devleti,  gerileme dönemine girdiğinde Batı Avrupa ülkeleri Sanayi Devrimini gerçekleştirmeye başlamış. Ekonomik refaha yönelik çalışmalar boy göstermiş. Serbest ticaret antlaşmaları ile ülkeler ihracat – ithalat kavramını empoze etmiş ve Batı Avrupa ülkelerinin sanayileşmesi hız kazanmıştır.

18. ve 19. Yüzyıllarda önce İngiltere daha sonra da diğer Batı Avrupa ülkeleri yaşanılan sanayi devrimleri sonucunda makineli üretime yönelmiş , küçük atolyeler büyütülmüş, artan üretimin iç piyasada yeterli alıcısının olmaması ile dış piyasaya açılmış ve hammadde ihtiyacının artması ile serbest dış ticaret düşüncesi geliştirilmeye başlanmıştır. O dönemde Osmanlı Devleti sanayi devrimini kaçırmış , makineli üretime geçememiş, yeni teknolojileri alıp üretime uygulamakta aynı çabukluğu gösterememiştir. İngiltere 1838 yılında Osmanlı ile serbest ticaret antlaşması imzalayarak 

Osmanlı Devletinin açık pazar haline dönüştürmüştür. Antlaşmanın detaylarına girmek istemesem de bir detay aktarmak istiyorum. Dönemin İngiliz Devlet Adamları yapılan bu antlaşmayı bir şaheser olarak yorumlamışlardır. Osmanlı Devleti her ne kadar bu antlaşma ile kötü gidişhatın önüne geçmek istese de aksine Batı Avrupa’nın Osmanlı Devletini ele geçirmesinde bir köprü mahiyeti taşımıştır. İngiliz tüccarlar Osmanlı topraklarında %5 gümrük ile mal satarken Osmanlı tüccarları %8 ie %12 iç gümrük ödemekteydiler.

Batı Avrupa’da gerçekleştirilen Sanayi Devriminden önce Batı ne sanayide ne de bilim ve teknikte Osmanlı Devletinden ileri değildi. Osmanlı Devletinin bir çok alanda daha ileri olduğunu gösteren belgeler vardır. Osmanlı tüccarlarının Batı Avrupa’ya her tür pamuklu ve ipekli kumaşlar sattığı, Osmanlı tersanelerinde Venedikliler için gemiler yapıldığı belgelenmiştir. Yani Osmanlı toprakları üzerinde her türlü teknoloji ve sanayi ürünleri üretiliyordu. Yalnız bu belgelere rağmen Osmanlı Devleti’nin geleneksel üretim biçiminin değişmemesi günümüz tabiriyle yeniliklere açılmaması 
Osmanlı Devleti’nin gerilemesini ekonomik anlamda hızlandırmıştır.

Kapitalist Batının rekabeti karşısında açık pazar haline gelen Osmanlı Devleti yerli üretiminin çöküşünü de hızlandırmıştır. Kendi ürettiğimiz ürünler ithal edilir olmuş. Ülkenin borçları altın ve gümüş ile karşılanmaya başlamıştır. 1854’de ilk dış borcun alınması ile başlayan süreçte devam eden bir dış açık sorunu günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin borçları 1954 yılında bitirilebilmiştir.

Cumhuriyet’in kurulmasından sonra ekonomide yeni politikalar benimsenmiştir. Türkiye o dönemde sanayileşme üzerine kurulu bir fikir mekanizması ile karşı karşıyaydı. Yalnız Türkiye ağır savaşlar neticesinde iş gücünün azlığı ve Osmanlı Devletinden kalan dış borçlar nedeni ile sıkıntılıydı. Cumhuriyet Dönemi devlet adamları batılılaşmadan yanaydı ve batılılaşma için tarımın ne kadar önemli olduğu idrak edilmişti. Çünkü Türkiye nüfusunun %80’i tarıma dayalı bir ekonomiye dayalıydı. Sanayileşmenin gerçekleşmesi için gerekli sermaye, döviz ve iş gücünü sağlayacak tek sektör tarımdı. Tarım teşvik edilirse, geliştirilip işletilirse ancak sanayileşmenin önü açılabilirdi. Ayrıca ulaşım ve alt yapı yetersizliğinin giderilmesi de şarttı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında iktisat politikası Türkiye İktisat Kongresi kararları doğrultusunda oluşturulmak istenmiştir. Devlet ilke olarak, özel girişim eliyle serbest piyasa şartlarında sanayileşme politikası ve iktisadi denetimin milli unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı, ılımlı bir korumacılık politikasını benimsemiştir.

Cumhuriyetin kurulduğu yıl Türkiye’de GSMH ( Gayri Safi Milli Hasıla ) cari faktör fiyatlarıyla birlikte 1078.2 milyon TL idi. 1923 – 29 yılları arasında GSMH oldukça yüksek oranlı ve düzenli gelişmeler göstermiştir. GSMH yılda ortalama %17 oranında büyümüştür. Aynı dönemde tarımsal hasılata %126 oranında , sinai hasıla da %66.9 oranında ve diğer sektörlerin hasılasında %96.1 oranında artışlar olmuştur. 1929 yılında gelindiğinde Ekonomik Buhran’ın gerçekleşmesi sonucu GSMH 209. 8 seviyelerinden birden 118’lere kadar gerilemiş, tarımsal hasıla yaklaşık %44 oranında bir düşüş gerçekleşmiştir.

Anlaşıldığı üzere 1950 – 1929 Türkiye Ekonomisi, alt yapının yeterli düzeye ulaştırılamaması , ekonomik krizler, serbest ticaret antlaşmaları vb. birçok nedenden dolayı ilerletilememesi dış ticarette korumacı politikaların izlenmesi, sanayileşme sürecinin sadece tarım indeksi ilerletilmesi, sağlam temellerin atılamaması olumsuz bir çok sonuca davetiye çıkarmıştır.


22 Eylül 2014 Pazartesi

Küreselleşme ve Oluşum Evresi



Küreselleşme ; ülkelerin ekonomik ,siyasal , sosyal ve teknolojik açıdan bütünleşmesi ve dayanışmasıdır.

Son çeyrek yüzyılda hızlanan ve küreselleşme olarak nitelenen sürecin ortaya çıkmasında bilişim ve iletişim teknolojilerindeki hızlı değişim, ulaştırma maliyetlerinde azalma ve bunların üretim teknikleri ve piyasaların bütünleşmesi üzerine yarattığı köklü değişiklikler kuşkusuz önemli ölçüde etkili olmuştur.  Bugünkü küreselleşme sürecinin kökenleri neoliberalizmin 1970’li yılların sonlarında başlayan yükselişiyle yakından ilişkilendirilebilir. Öte yandan İkinci Dünya Savaş’ını izleyen yirmi beş – otuz yıllık dönemde özünde 1870 – 1913 yılları arasına düşen birinci küreselleşme döneminin kimi önemli izlerini taşımakta ve ona dönüş işaretleri vermektedir. Bu dönemde, dış ticaret serbestleştirmesi yolunda önemli adımlar atılmış olması, çok uluslu şirketlerin önem kazanması, üye ülkelerin iktisadi bütünleşmesi amacıyla oluşturulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun dünya ekonomisi içindeki etkisini arttırması ve başta Batı Avrupa’ya yönelik olmak üzere işçi göçünün önemli boyutlara ulaşması bu doğrultudaki gelişmeler arasında yer almaktadır. Ancak bu dönemin küreselleşme olarak nitelendirilmesini engelleyen iki temel unsur bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda siyasal anlamda bağımsızlıklarına kavuşan az gelişmiş ülkelerin, serbest piyasa ağırlıklı politikalar aracılığıyla dış dünya ile bütünleşmek yerine devlet önderliğinde içe dönük sanayileşme politikaları uygulamayı yeğlemiş olmaları ve sanayileşmiş kapitalist ülkelerin de Soğuk Savaş’ın etkili olduğu bu dönemde bu gelişmeye göz yummuş olmalarıdır. Bu bağlamda ikinci temel unsur ; bu ülkelerin birçoğunun doğrudan yabancı sermaye konusunda dikkatli ve hatta kuşkulu bir biçimde yaklaşmaları ve dış yardımlardan medet umarak devletten devlete borçlanmayı ön planda tutmaları ve uluslararası finans piyasalarının büyük ölçüde dışında kalmalarıdır.

1970’li yılların sonunda, aynı amaçlar doğrultusunda birlikte hareket etmeye başlayan IMF ve Dünya Bankası’nın katkılarıyla neoliberal ekonomi politikaları az gelişmiş ülkelerin büyük kısmına hızla yayıldı. Bu politikalar mal ve faktör piyasalarında fiyat müdahalelerinin kaldırılması, dış ticaretin ve  finans piyasalarının serbestleştirilmesi , kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi, doğrudan yabancı yatırımların ve dış finansal akımların serbestleştirilmesi, eğitim ve sağlık başta olmak üzere sosyal hizmet alanlarında özelleştirme eğilimlerinin yaygınlaşması ve iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi gibi amaçları ön planda tutarak bu ülkeleri dışa açık serbest piyasa ekonomisi 
doğrultusunda dönüştürme yolunda etkili olmuştur.

1973 – 1980 dönemi, 1980 sonrasında ivme kazanacak küreselleşme sürecinin ortaya çıkması açısından önemli gelişmelere sahne oldu. Petrol ihracatcısı ülkelerin ellerindeki petrodolarlar içe dönük sanayileşme stratejileri uygulayan ülkelerin artan finansman gereksinimini karşılamak amacıyla sanayileşmiş ülkelerdeki finans kuruluşları yoluyla az gelişmiş ülkelere yönlendirilmeye başlandı. Bunun sonucunda, kısa süreli önemli bir artış gösteren uluslar arası özel finansal akımlar, bir yandan az gelişmiş ülkelerde uygulanmakta olan içe dönük sanayileşme modelinin bir süre daha sürmesine olanak tanırken, diğer yandan özel finansal piyasaların önemini arttırarak şimdiki küresel dalganın öncü bir unsuru oldu.

Yukarıda belirttiğim gibi 1980’li yılların başlarında neoliberal iktisat politikalarının da katkısıyla hız kazanan küreselleşme süreci , dış ticaret, yabancı sermaye ve özellikle finansal akımların hızla artmasında ve çok uluslu şirketlerin etkinlik alanlarının genişlemesinde önemli bir rol oynamıştır

8 Eylül 2014 Pazartesi

Türkiye 2023 hedeflerine ulaşabilir mi?



Bildiğiniz üzere 62. Hükümet programında belirtilen güçlü ekonomi vurgusu 2023 hedefleri doğrultusunda oldukça sağlam temellere dayanan bir vurgudur. Nitekim 14 yılda sağlanan siyasi istikrar neticesinde uygulanan ekonomi politikaları ülke ekonomisini güçlendirmiş, yatırımlar artmış , enflasyon ve faiz tek haneli rakamlara inmiş, finans sektörü güçlenmiş ve  merkez bankasının bağımsızlığı ile gelen bu istikrar sürdürülebilir bir hal almıştır.
Türkiye’nin  2002 ‘den bu yana “siyasi istikrar” ve “güçlü ekonomi”  politikasına oldukça fazla önem veriyor olması ekonomi politikalarında başarıya ulaşabileceğimizin işaretlerini vermektedir. Enflasyon ve faiz açısından baktığımızda Türkiye 2002 öncesi %38’lik enflasyonla ve %63 olan borçlanma faiziyle deyim yerindeyse hasta adam statüsünde rol oynamaktaydı. 2002 sonrası sağlanan istikrar neticesinde Merkez Bankası yasasında bir takım düzenlemeler, ekonomide yerine oturtulan bir politika anlayışı, para ve maliye politikalarının titizlikle sürdürülmesi geleceğimize ışık tutan bir önermenin devamlılığıdır.
2023 hedefleri doğrultusunda oluşturulan 62. Hükümet programı özellikle AR-GE’ye , inovasyona , finansal istikrar’a verilecek önem, gelecek açısından umut verici bir durumdur. Fakat yıllardır hala yarasını saramadığımız “eski köye yeni adet getirme” geleneğinin devam etmesi, halkın refahının artması sonucu oluşan tasarruf açığı, büyüme hedefleri doğrultusunda önüne geçilemeyen bir cari açık , ulusal paramızın diğer ulusal paralara göre değersiz olması , hükümetin programlarında belirtse de hala İnovasyon ve AR-GE’ye yeterince önemin verilememesi 2023 hedefleri önünde büyük engeller oluşturmaktadır. Bu engeller ortadan kalksa da bu hedefte belirlenen 500 milyar dolarlık ihracat ve 2 trilyon dolarlık GSYİH hala aynı anlayış doğrultusunda gidildiği taktirde ulaşılması çok zor hedeflerdir.
Buraya kadar anlattıklarım daha çok 2023 hedeflerine ulaşmanın Türkiye’nin şu anki ekonomi ve AR-GE politikalarıyla zor göründüğüydü. Peki 2023 hedeflerine ulaşmamız için bize düşen görev nedir? Ulaşmak neden bu kadar zor ? Bildiğiniz üzere özellikle belirli üniversitelerde girişim odaklı çalışmalarda bir artış görülmektedir. İnovasyon yapılan yatırımlarla ve kongrelerle gençlere aşılanmaya çalışılmaktadır. Genç nesil teknolojinin ilerlemesi ile daha çok çalışma ve araştırma yapma potansiyeline doğru sürüklenmektedir. Bütün bunlar gençlerin geleceği için bir teşvik niteliğinde olsa da maalesef yeterli düzeyde eğitim alamayan gençler çoğu teşvikleri , finansman kaynaklarını , uygulamalı eğitimleri bilmemektedir. Gençlere asıl aşılanması gereken şey ; geleceğine ışık tut sloganı ile girişimciliğe karşı duyarlı , inovasyona karşı hevesli , özellikle tasarrufa karşı tutumlu bir tavır takınmalarının ne kadar önemli bir durum olduğudur. Gelişmiş ülkeler sadece gençler ile değil yaşadıkları tecrübelerle , inovasyonla , tasarrufla şuan dünyanın sayılı ekonomileri haline gelmişlerdir. Bir örnek verecek olursak Çin ekonomisinin bu kadar ileri seviyelere gelmesinin en temel nedeni ; tasarruf bilinci ve disiplinli yetiştirilen gençlerdir.
Bu yüzden ülke ekonomisine katkıda bulunmak bizim ülkemiz açısından biraz zordur. Bu zorlukları aşmak ve tüm engelleri sabırla geride bırakmak için sadece hükümetin değil bizlerinde inovasyona ve AR-GE’ ye önem vermemiz gerektiği aşikardır. Girişimci gençlerin yetişmesi ve bu gençlerle ülkenin gidişatına katkıda bulunmamız gerekir. Sadece imalat sanayi ile 2023 hedeflerine ulaşmak sadece hayalden ibarettir. Yeni kurulacak olan bilişim vadisi ile bu açıdan oldukça önemli bir projedir. Böylesine büyük yatırımların ve projelerin devam etmesi “Güçlü Ekonomi” anlayışının kararlılıkla sürüdürülmesi açısından olumlu bir tutum sergileyeceğinden hiç şüphem yok.
Süreklilik” başarıya giden yoldaki tüm engelleri yok etmesiyle meşhurdur.

https://twitter.com/GkhnAktoprak

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Tasarruf’un Düşmanı : Aşırı Tüketim ve İsraf



Günümüzde tüketimin aşırı derecede özendirilmesi sonucu, insani ve ahlaki değerler aşınmakta; kültürel ve manevi zenginliklerden yoksun, çevreye karşı duyarsız, başkalarının açlığına ilgisiz kimi insan tipleri oluşmakta ve bu insanlar mutluluğu sırf tüketimde arar hale gelmektedir.

Aşırı ve dengesiz tüketim, insani ve ahlaki değerleri aşındırmakla beraber;  gezegenimizin potansiyel kaynaklarını da yok etmekte, çevremizde adeta çöplükten dağlar oluşmakta, ormanlar yok edilmekte, nehirler, sular ve hava kirlenmektedir.

Çok üretmek ve çok kazanmak için aşırı tüketimin gerekli görülmesi nedeniyle başta reklam olmak üzere çeşitli iletişim araçları kullanılarak yapay ihtiyaçlar oluşturulmakta; bu durum ise gelir dağılımında dengesizliklere yol açmakta, fakir ve yoksulların sayılarını hızla artırmakta, insanların değer ölçülerini değiştirmekte, tüketimiyle öne çıkarak gösteriş yapan ve lüks içinde yaşayan insanlar özenilir olmaktadır.

Aynı şekilde adeta insanların yaşamlarıyla özdeş hale gelen ve bilinçsizce kullanılan kredi kartları  ve tüketici kredileri tüketim çılgınlığını körüklemekte ve birçok insan gelirinin üzerinde borçlanarak harcamasını özellikle faiz ödeyerek gerçekleştirmektedir. Hatta kimileri birkaç yıl sonrasına ait gelirlerini bugünden tüketmekte, geleceklerini ipotek altına aldırmaktadır.

Diğer yandan her geçen gün ihtiyaç olmayan ürünlerin sayıları hızla artarken, tasarrufa yönelmek de neredeyse imkansız hale gelmektedir. Çünkü insanlar gün geçtikçe, daha önce gereksiz gördükleri ve ihtiyaç duymadıkları kimi ürünleri kısa bir zaman sonra farkında olmadan tüketir olmaktadır. Kimse tüketmekte olduğu bu ürünlere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını sorgulamamaktadır.

Kısaca günümüzün tüketim anlayışı insanı ekonomik boyuta indirgemekte, tüketim bağımlısı yapmakta, dayanışma, muhtaçlara yardım , tabiatı koruma , israf ve gösterişten sakınma, hakkından fazlasını almama gibi dini ve ahlaki erdemleri aşındırmaktadır.


Bu bakımdan gerek bireysel gerekse toplumsal hayatımızda günümüz tüketim kültürünün getirdiği bu ve benzeri olumsuzluklara son vermek, tüketime değil; dengesiz,savurgan ve gösterişe dayanan tüketim çılgınlığına karşı ahlaki ve manevi rezervler oluşturmak büyük önem arz etmektedir. Bunun için bir yandan reel ihtiyaçları karşılamak için üretimi teşvik ederken; diğer yandan da varlıklarının, tüketimde israftan sakınıp tasarruf ederek, fakirlere, yoksullara gönüllü olarak gelir transferi yapmalarını sağlamak gerekmektedir. Çünkü tüketim bir amaç değil, araçtır. Amaç ise insanın ve toplumun mutluluğudur. Tüketimin mutlaka bir ölçüsü ve ahlaki normları olmalıdır.


17 Ağustos 2014 Pazar

Konfüçyustan Güzel Bir Ders : Hayatı Akışına Bırakmak



Konfüçyüs, öğrencilerine ders veriyordu. Sınıfa elinde dar uzun bir vazo ile geldi. Tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde de bir elma vardı. Elmayı vazonun içinde koyduktan sonra, vazoyu yere bıraktı ve şöyle dedi;

Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı alabilir.
Öğrencilerden biri atıldı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu.
Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalıştıkça elma elinden kaydı. Bir de elini vazoya sıkıştırdı, bağırmaya başladı:
Elimi çıkaramıyorum!

Konfüçyüs;
Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmezsen, elini çıkaramazsın.
Öğrenci biraz daha uğraştı, elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda mecburen bıraktı. Elini vazodan çıkardı. 

Konfiçyus’a sordu:
Elmayı vazodan çıkarmanın bir yolu var mı?

Konfüçyüs, nasıl olacağını göstereyim dedi ve vazoyu ters çevirdi. Elma kendiliğinden vazonun içinden yuvarlanıp çıktı. Öğrenciler çözümün bu kadar basit olması nedeniyle gülmeye başladı.
Konfüçyüs, öğrencilerine elmayı göstererek dedi ki:
Göründüğü gibi basit değil, bazen bırakabilmek daha zordur. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız.

Hayatın akışında bazen ulaşmak istediklerinize onları yakalamaya çalışarak değil, onların size gelmelerine izin vererek ulaşabilirsiniz. Bazen en doğrusu olayları kendi akışına bırakıp müdahale etmemektir. Sorunlara bakış açınızı değiştirdiğinizde farklı çözümler bulabilirsiniz.


14 Ağustos 2014 Perşembe

Tasarruf Etmek mi Zor Yoksa Yatırım Yapmak mı ?



Bir geliri olan herkesin tasarruf etme potansiyeli vardır. Yani, gelir varsa, tasarruf etme imkanı da söz konusu olabilir. Ancak tasarruf, sadece gelirden daha az gider varsa mümkün olabilir. Öyleyse, tasarruf sahibi olabilmek için gelirlerimizin giderlerimizi aşması gerekir.  Çok farklı gelir gruplarındaki bireylerden göreceli olarak daha yüksek geliri olan biri, geliri daha az olan birine göre daha düşük oranda veya miktarda tasarruf ediyor olabilir. Bunun çeşitli nedenleri olmakla birlikte, geliri iyi yönetememe, yüksek gelir seviyesindeki kişilerin harcama alışkanlıklarından vazgeçememesi ve hepsinden önemlisi tasarruf bilincinin zayıf olması veya en kötüsü, böyle bir bilincin hiç olmaması bu ilginç çelişkinin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu nedenle, tasarruf denilince mutlaka yüksek gelir sahibi olmakla bağlantılı bir durum akla gelmemelidir. Tasarruf etmek, özünde bir bilinç ve disipline dayanır. Benim gibi yaşı kırk dolayında olanların anne babaları temelde zor ekonomik şartları ağır bir tarzda hissederek yaşadıkları için, bu tecrübelerle birikim yapma disiplinleri çok daha güçlü olabilmektedir. Tasarruf olmadan geleceğe güvenle bakmanın, gelecekteki olası güzel zamanları doyasıya yaşamanın mümkün olmadığı da bir gerçektir. Özellikle şehirlerde eğitim ve sağlık, beklenti arttıkça ciddi harcama potansiyeli olan gider alanlarıdır. Bir dönem gelirsiz kalma, işsiz kalma veya zorunlu ihtiyaçları karşılayan bir geliri almada güçlük çekme hep tasarrufun kıymetini ortaya koyan durumlardır. Buradan hareketle tasarruf etmenin, hem gelecekteki güzel günleri finanse etme hem de olası zor durumlarda ihtiyaçları karşılamada çok temel bireysel gereklilik olduğunu söylebiliriz.
Tasarruf etmek zor mudur?
Tasarruf etmenin önemine vurgu yapan çok sayıda atasözümüz vardır. Örneğin, "Damlaya damlaya göl olur!" sözünü bilmeyenimiz yoktur. Peki kaçımız bunu uyguluyoruz? Bu söz temelde, küçük miktarlarda da olsa sürekli biriktirmenin zamanla büyük birikimleri sağlayacağını ifade eder. Bu konuda Türkçe atasözlerini yeterli bulmazsanız dikkatimi çeken İngilizce bir atasözünü gündeme getirmek isterim: "Liralardan endişeniz olmasın. Ancak, kuruşları düşünün!" Özellikle son yıllarda kendi hayatımda uygulamaya çalıştığım bu söz, temelde küçümsediğimiz miktarların aslında önemsediğimiz miktarların birer parçası olduğunu, liraların kuruşlardan oluştuğunu, tasarruf noktasında bu konuda yanılgıların olduğunu ifade eder. Günlük hayatımızda önemsenmeyen bir paket sigaranın esasında birgün bir ev parası olabileceğini düşünmüş müydünüz? Hergün sigara içen bir tiryakinin, bir paket sigaranın 7 lira olduğunu ve piyasada faiz oranlarının % 10 olduğunu varsayarak kırk yıl boyunca sigara içmeseydi ne kadar tasarruf edeceğini hesapladığımızda bu tutar, 40 yıl sonraki değerle 195.524 Lira olmaktadır! İşte tasarruf etmenin binbir çeşit yollarından biri de, gereksiz harcamaları ortadan kaldırmaktır. Burada, sigara içmenin sağlıkta ortaya çıkaracağı tahribat ve sağlık harcamaları dikkate alınmamıştır.
Çalışmak, üretmek ve gelir elde edebilmek çoğunlukla ciddi fikri veya fiziki emek gerektirir. İş hayatı risklerle doludur. Bu nedenle, gelir elde etmek herkes için kolay değildir. Tasarruf etmek de, bir işte çalışmak için gerekli olan beceriler gibi kişisel finansal hayatta bazı beceriler gerektirir. Bu beceriler, bir yerden özel bir eğitim almakla elde edilebileceği gibi kişinin kendini geliştirmesi ve başkalarının hatalarından dersler çıkararak kendi disiplinini sağlaması ile de elde edilebilir. Son yıllarda Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) öncülüğünde başlatılan "finansal okuryazarlık" çalışmaları ile temelde bireylerin kendi disiplinlerini oluşturmalarına ve temel bilgi birikimlerini artırmalarına destek verilmektedir. Bu nedenle Türkiye'de bireyler, burada üzerinde durulan tasarruf bilinci konusunda, SPK'nın çalışmalarını izleyerek kısa yoldan bilgi edinebilir ya da bilgi kaynaklarına ulaşabilirler. Bireylere rehber niteliğinde olabilecek kitaplar ve broşürler de bulunmakla birlikte, internet ortamında sürekli güncellenen bilgi setleri SPK'nın bir sitesi olanwww.yatirimyapiyorum.gov.tr veya İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın bir sitesi olanwww.bilincliyatirimci.org adreslerinde eğlenceli görsel malzemelerle yer almaktadır.
Yatırım?
Tasarruf konusunda başarılı olmak, bireyler için yeterli olmamalıdır. Bu, yatırım başarısı ile devam ettirilmelidir. Yatırım, temelde bir gelir veya kazanç beklentisi ile eldeki tasarrufun bir yere bağlanmasıdır. Bu yönüyle, bir gayrimenkul satın almak bir yatırım olduğu gibi bir şirkete ortak olmak yani hisse senedi satın almak da bir yatırımdır. Birincisi reel yatırım ikincisi ise finansal yatırımdır. Her ikisi de bireyler açısından yatırım seçenekleri arasında yer almalıdır.
Günümüzde pek çok tasarruf sahibi yatırım yapma konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Bir kısım bireyler nereye yatırım yapacağı konusunda bilinç sahibi değilken bir kısım bireyler de tasarruflarını yatırıma hiç yönlendirmemektedir. Her iki durum da, zor kazanılmış ve biriktirilmiş tasarrufların kaybı, erimesi hatta tümüyle yok olması anlamına gelebilir. Öte yandan yatırıma yönlendirilmemiş tasarruflar, genel ekonomi için de büyük kayıp sayılır. Çünkü altın yumurtlayan tavuğun yumurtalarını dikkate almamak, yok saymak, sadece tavuğu eti için beslemeye benzer ki, bu durum hem sahibi hem de toplum için kayıptır.
Tasarruf etmek ne kadar bilinç ve disiplin gerektiriyorsa yatırım yapmak da en az o kadar bilinç ve disiplin gerektirir. Yatırım yaparken karşılaşılan tehlikeler ise genellikle tasarruf ederken söz konusu bile olmayabilir. Çünkü, birikim yapılıp yapılmadığı bilgisi genelde açık değildir; kişisel bilgidir. Ancak yatırım yapacakken bir araştırma yapmaya kalktığınızda etrafınızda çok sayıda "akbaba" dolaşmaya başlayabilir. Hem ülkemizde hem de dünyanın diğer ekonomilerinde, binbir çeşit süslü sözler, abartılı reklamlar, hileli yöntemler ile birikimi olanları aldatmaya çalışanlar hiç eksik olmamaktadır. Devlet, bu niyetteki kişilere karşı koruma kalkanları oluşturmaya çalışsa da, kişi kendi kalkanlarını kurmadıkça kişinin tehlikelerden tümüyle korunması zordur. Bu da bilinçli yatırım yapmayı gündeme getirir. Bilinçli yatırım yapmak için, oturup saatlerce kalın kitaplar okumaya gerek olmayabilir. Herkesçe kullanılabilecek kontrol yöntemlerini kullanmak ve sürü psikolojisinden uzak durmak birkaç yoldur. Hiç tanımadığınız biri size, çok cazip bir yatırım imkanından bahsediyorsa, üstüne üstelik size risksiz ve garantili yatırım imkanı sunduğunu iddia ediyorsa bilmelisiniz ki, gerçek hayatta böyle bir durum dolandırılmak üzere olduğunuza işarettir. "Sizi çok sevdim, bu yatırım imkanını size mutlaka sunmak istiyorum." diyen yeni tanıdığınız bir kişinin bu sözleri çok sayıda kişiye söylemiş olabileceğini ve gerçekte bu sözlerin sizi bir hataya düşürmek üzere tasarlandığını anlamak zor olmasa gerektir. Gerçek hayatta hiç eksik olmayan bu tehlikelere karşı temel yatırım yapma kurallarını sürekli hatırlamak ve uygulamaktan başka çare yoktur.
Yatırım yapmanın tehlikelerini düşünen bazıları, yatırım yapmanın tehlikelerine karşı yatırım yapmamayı ve tasarruflarını yastık altında saklamayı tercih edebilir. Ancak şurası bir gerçektir ki, tasarrufları yatırıma yönlendirmeyip yastık altında saklamak, yatırım yapmaya göre çok daha zararlı ve tehlikelidir. Çünkü bir yatırıma bağlanmayan tasarruflar, herşeyden önce paranın satın alma gücünü kemiren enflasyon karşısında eriyecektir. Bugünkü 100 lira ile bugün alabileceğiniz gıda maddelerini aynı miktarda ve kalitede iki yıl sonra yine 100 lira ile satın almak, enflasyon etkisi nedeniyle mümkün olmayabilir. Bunu herhalde kimse istemez. Öte yandan, ekonomilerde her zaman cazip yatırım imkanları bulunur. Makul risk seviyesinde makul getiri imkanlarını değerlendirmek, aynen tasarruf etmek gibi akıllıca bir birey davranışıdır. Geçmişte rastladığımız; tasarrufların evde veya iş yerinde bir kasada saklanmasının ise başlı başına çalınma, kaybolma, deforme olma, zamanla geçersiz olma, unutulma, kaydı bulunmaması nedeniyle varlığının ispatlanaması gibi hiç de ihmal edilemeyecek risklerle karşı karşıya olduğunu hatırlamalıyız.
Sözün özü, tasarruf etmek de yatırım yapmak da bilinç ve disiplin ister. Bu bilinç ve disiplini elde etmek ise, herkesin gücünün yeteceği bir miktar gayret gerektirir. Tasarruf ederken gösterilen gayret kadar yatırım için de karar vermeden önce araştırma konusunda gayret gösterilmelidir. Böylece, erdemli bir davranış olan tasarruf etme ile akıllıca bir davranış olan yatırım yapma faaliyeti, mutlu ve huzurlu günlerin anahtarı olur. Sanırım bu anahtara herkes sahip olmak ister.

Tasarruf Sıkı Maliye Politikası İle Mümkün



Dünya Bankası Türkiye maliye politikasına ilişkin yaptığı incelemede, hane halkının tasarruf alışkanlıklarına yönelik bir çalışmaya yer verdi. Buna göre, başta gelir ve konut sahipliği olmak üzere çeşitli alışkanlıklar nedeniyle hane halkının ve özel kesimin yakın dönemde tasarrufa katkı vermesi mümkün görünmüyor. Dünya Bankası çalışmada, IMF’nin de yaptığı bir çalışmaya atıfla şimdilik; Türkiye’nin önündeki tek seçeneğin maliye politikasını sıkılaştırarak kamu tasarrufunu artırmak olduğu görüşünü savundu. Dünya Bankası tarafından hazırlanan Türkiye Kamu Maliyesi İncelemesi raporunda, son dönem Türkiye ekonomisindeki en önemli sıkıntılardan olan yurt içi tasarruf düşüklüğündeki en önemli unsurlardan biri olan hane halkı tasarruf davranışlarına yönelik bir incelemeye yer verildi.

İncelemede, tasarruflarla ilgili hesaplamalarda, enflasyonun şişirici etkisi ve enflasyondan korunmak için hane halkının birikim yapma etkisine yönelik verilere de bakıldı. Bu kapsamda, Türkiye’nin yüksek enflasyonun etkisinden çıktığı 2001 yılı sonrasında, enflasyon artışları düzeltildiğinde, özel tasarruflardaki gerilemenin üçte birinin enflasyon etkisinden kaynaklandığı, ancak buna rağmen Türkiye’nin hem kamu hem de özel tasarruflardaki düşüşünün enflasyon etkili olmadığı, düşüşün reel olduğu sonucuna ulaşıldı.

Hane halkının tasarruf davranışları

İncelemede, Türkiye’deki hane halkının tasarruf davranışlarına yönelik yapılan çalışmaların sonuçlarına yer verildi. Ev sahibi olup olmama, sağlık harcamaları ve sağlık riski tasarruf davranışlarında etkili unsurlardan biri olarak belirlendi. Bu kapsamda, gelir artışının tasarruf artışına doğrudan etkisinin ölçüldüğü ve gelirlerdeki her yüzde 1 artışın, tasarruflara yüzde 0.3 oranında etki ettiği belirlendi. Ev sahipliğinin de bireylerin tasarrufuna etki ettiği, evlerinin sahibi olan hanelerde hane halkı başına tasarruf oranının yüzde 3.5 oranında gerileme kaydedildiği vurgulandı. İkinci bir konutu olan hanelerde ise tasarruf düşüşünün yüzde 4 e çıktığı, toplamda ise yüzde 3 tasarruf düşüşü ölçüldü. Çalışmada, 2008 yılındaki mali krizde tasarrufların konuta yöneldiğini, 2008 ve krizin etkilediği takip eden yılda yüzde 5 konut değer düşüşünün, yüzde 40 genel mali varlık değer düşüşünün çok altında olmasının bunu kanıtladığı belirtildi. Tasarruf eğilimini artıran unsurlar ise sağlık riski ile işsizlik riskine yönelik kaygılar olduğu, sosyal güvenlik kapsamındaki sağlık unsurlarının tasarrufları etkilemede önemli unsur olduğu belirtildi. Hane halkının yaş durumunun da etkili faktörler arasında bulunduğu, genç ailelerde tasarrufun daha yüksek olduğu kaydedildi. Çalışmada kadının çalışmamasının da tasarruf oranını ciddi olarak düşürdüğü bilgisine yer verildi.

Yüzde 12’lerdeki özel tasarruf oranı kalıcı

Çalışmada Türkiye’deki düşük özel tasarruf oranını 2011 itibariyle yüzde 12’ler düzeyine indiği ve mevcut veriler ışığında bu seviyelerin “muhtemelen kalıcı” olacağı sonucuna ulaşıldı. Gelişmekte olan diğer ülkelerdeki deneyimlerin de bu tahmini desteklediği belirtilen çalışmada, özel tasarrufları etkileyebilecek unsurların, ev sahibi olan hanelerdeki konut değer artışı beklentisinin azalması ile kadınların iş gücüne katılımıyla yukarı doğru bir trend sergileyebileceği belirtildi.

“Konut zenginliği” algısını bozun, kadınlar iş gücüne katılsın

Dünya Bankası çalışmasında, özel tasarruflardaki artış imkanlarının çok kısıtlı olduğu vurgulanarak, kamunun tasarrufunu artırması önerisi tekrarlandı. Özel tasarrufların artırılmasına yönelik iki öneri geliştirildi. Hükümetin bireysel emeklilik yoluyla tasarrufa özendirme çabalarının olumlu etkisi olacak ancak sınırlı kalacak. Yeni politika olarak ise hanelerin zenginlik artışı algısına yol açan konut değer artışına vergi yoluyla (değer artışının bir kısmının vergilenmesi) müdahale için, hane halkının konut satışında 5 yıl olan vergi muafiyetinin kaldırılması önerildi. Kadınların iş gücüne katılımının desteklenmesi de özel tasarrufları artırmada bir yol olarak gösterildi. Genel tasarruf oranlarının artırılmasında ise kamunun ana etkiyi yaratacağı belirtilen çalışmada, benzer sonuçlara IMF’nin de ulaştığı hatırlatıldı. Düşük tasarruf oranı nedeniyle yabancı sermaye girişlerine olan bağımlılığı azaltmak amacıyla, mali hedeflerin sıkılaştırılması gerektiği vurgulandı. Bu amaca yönelik olarak sosyal güvenlik harcamalarının cari transferlerle kapatılması yerine, kamunun bu açıkları kapatmak için geliri kaynak gösteren bir pay ayırması önerildi. Öte yandan, çalışmada tasarruf-büyüme ilişkisine yönelik olarak bazı senaryolar da test edildi. Buna göre, yüzde 3 seviyesinde bir büyümenin yaşandığı ve şartların aynı kaldığı bir senaryo içinde ulusal tasarruflar yüzde 10’lara kadar düşecek. İkinci senaryoda ise gelir, kurumlar ve servetten alınan vergilerde yapılacak bir artış kamu mali dengesini büyük oranda iyileştirecek ve orta vadede tasarruf oranını yüzde 20’lere yaklaştıracak. Dolaylı vergilerde yapılacak bir düşüş yönlü düzenleme ise tasarruflarda sadece yüzde 0.3’lük bir artışa yol açacak, ancak hizmet sektöründeki istihdamda büyümeye etkisiyle birlikte bu artış da anlamsız hale gelecek.

Kaynak : Dünya Gazetesi 06.06.2014


13 Ağustos 2014 Çarşamba

2014 KPSS ÖN LİSANS / ORTAÖĞRETİM SINAVLARINDA ÇIKMASI MUHTEMEL GENEL KÜLTÜR BİLGİLERİ



1.IMF ye borcumuz 2013 te bitti.
2.2013 Türk dünyası başkenti Eskişehir seçildi
3.2013 yılı UNESCO tarafından Piri Reis yılı ilan edildi.
4.G8 zirvesi 2013′te İngiltere’de G20 zirvesi Rusya’da yapıldı.
5.2013 Yılında AB’ye Hırvatistan 28.tam üye olarak katıldı.
6.2013 yılında Avrupa basketbol şampiyonası Slovenya’da yapıldı
7.2013 yılından itibaren Dünya bankası başkanı JimYong Kim oldu.
8.2016 yaz olimpiyatları RİO da yapılacak.
9.2013 yılı Çin’de Türk yılı olarak kutlandı
10.2013 Arap turizm başkenti BURSA seçildi.
11.2015 EXPO Fuarı MİLANO da yapılacak.
12.2018 dünya kupası Rusya’da.
13.2014 FIBA Dünya Şampiyonasına Türkiye ev sahipliği yapacak.
14.2013 AB dönem başkanları İrlanda-Litvanya’dır.
15.2013 Eurovision İSVEÇ’te yapıldı
16.2014 Dünya Kupası Brezilya’da.
17.2014 kış olimpiyatları Rusya’da.
18.Euro 2016 Avrupa şampiyonası Fransa’da.
19.Milli savaş gemimiz HEYBELİADA
20.Savaş helikopterimiz ATAK
21.Yerli tankımız ALTAY
21.İnsansız hava aracımız ANKA
22.2013 Akdeniz oyunları Mersin’de.
23.Dünya atletizm şampiyonası Moskova’da.
24.2013 kış olimpiyatları Slovenya’nın MARİBOR şehrinde.
25.2013 yaz olimpiyatları Rusya’da.
26.2013 yılı Avrupa kültür başkentleri: Marsilya(FRANSA) Kosice (SLOVAKYA)
27.2013 Medeniyetler ittifakı forumu Avusturalya’da.
28.Türkiye’nin İlk Kamu Başdenetçisi Mehmet Nihat Ömeroğlu.
29.2014 yılı Türkiye’de İran yılı olarak kutlanacak.
30.2015 yılı Avusturalya’da Türkiye yılı olarak kutlanacak
31.2015 yılı Türkiye’de Avusturalya yılı olarak kutlanacak
32.2016 Dünya botanik Exposu Antalya’da.
33.Uzaydan atlayan adam: FelixBaumgartner
34.2013 yılı AGİT başkanlığına UKRANYA seçildi.
35.Büyükşehir olan İllere bakınız.(Önemli)
36.EXPO 2020′ye aday olan ilimiz İZMİR
37.Filistin UNESCO’nun194.üyesi oldu
38.NATO’ya son dahil olan ülke Kosova
39.Plastik para sistemine geçen devlet KANADA
40.2013 güreş şampiyonası Gürcistanda.
41)Hırvatistan Avrupa Birliğine katılacaktır.
42)2013 Mart Ayında ölen Venezuela Başkanının adı Hugo ChavezDir.
43)Ulusa Seslenişin ismi Millete Hizmet Yolunda Olarak Değiştirilmiştir.
44)Medeniyetler İttifakı Viyana (Avusturya) da toplanmıştır.
45)Türkiye’nin ilk yerli eğitim uçağının ismi HÜRKUŞ’tur.
46)II. Mısır İştişare toplantısı TOBB İstanbul da toplanmıştır. 
47)Türkiye’nin 2. nükleer santrali ile Sinop’a kurulacak. Nükleer santrali Japon- Fransız şirketler ortaklaşa yapacak.
48)Mersin’de yapılacak nükleer santrali Ruslar yapacaktır.
49)Nisan 2013′de Türk Mühendisleri tarafından geliştirilen Dünya’nın ilk zırhlı ve yüzme özelliği olan dozerinin adı AZMİM(Amfibi Zırhlı İstihkam İş Makinesi)’dir.
50)Doğalgaz ve petrol aramaları için kullanılacak olan Türkiye’nin ilk sismik arama gemisinin adı Barbaros Hayreddin Paşa’dır.
51)UNESCO 2013 Dünya Kitap Başkenti Bangkok(Tayland)’dur.
52)30 Nisan 2013 itibariyle Kuveyt ile karşılıklı olarak vizeler kaldırıldı.
53)27 Nisan 2013 tarihi itibariyle Moldova ile karşılıklı olarak vizeler kaldırılmıştır.
54)TÜBİTAK’IN desteğiyle yapılan Türkiye’nin ilk Bilim Merkezi Konya’ya yapılmaktadır.
55)Nisan 2013′de düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yapılmıştır.
56)2013′ün son verilerine göre Avrupa Birliğine bağlı ülkelerden işsizlik oranı en yüksek olan ülke İspanya’dır.
Güzel bir KPSS sayfası ararsan: 
57)23 Nisan 2013 tarihinde düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları toplantısı Brüksel’de yapıldı. NATO Genel Sekreteri : AndersFoghRasmussen’dir.
58)2013 Nisan itibariyle ABD Dışişleri bakanı JhonKerry’dir.
59)Mart 2013′de karşılıklı olarak vizelerin kaldırıldığı ülke Belarus’dur.
60)2013 Avrupa Kültür başkenti Fransa’nın Marsilya kenti ve Slovakya’nın Kosice kentleridir.
61)Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) 2013 dönem başkanlığına Ukrayna
62)Birleşmiş Milletler 2013 yılını ‘Su Dayanışması Yılı’ ilan etmiştir.
63)Yurtdışında görev yapan tüm Büyükelçilerimizin katılımıyla her yıl düzenlenen Büyükelçiler Konferansı’nın beşincisi 2-7 Ocak 2013 tarihleri arasında, “İnsani Diplomasi” temasıyla sırasıyla Ankara ve İzmir’de düzenlenmiştir.
64)Mart 2013′de düzenlenen 13. Dünya Sosyal Forumu ilk defa bir Arap topraklarında Tunus’ta yapılmıştır
65) Haziran 2013’te düzenlenen 11. Türkçe olimpiyatlarının resmi açılışı Ankara’da yapıldı, bu yıl ki sloganı "Evrensel barışa doğru" dur.
66) Kanada merkezli uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Dominion Bond Rating Services (DBRS) de Mayıs 2013 itibariyle Türkiye’nin uzun vadeli yabancı para birimi cinsinden kredi notunu BBB- ‘yatırım’ seviyesine yükseltti.
67-Nisan 2013′de Akdeniz Üniversitesi’nde dünyada ilk defa kadavradan rahim nakli yapılmıştır. Akdeniz Üniversitesi daha önce yüz nakilleri ile gündeme gelmişti. Operasyonları yapan Doktor Ömer Özkan’dır.
68-Şubat 2013′de yapılan BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya ile Almanya’dan oluşan “5+1″ grubuyla İran arasındaki görüşme KAZAKİSTAN’da yapılmıştır.
69-EKONOMİ BAŞKANLARI:
Dünya Bankası Başkanı : JimYong Kim
IMF Başkanı : ChristineLagarde
Avrupa Merkez Bankası Başkanı : MarioDraghi
Merkez Bankası Başkanımız : Erdem Başçı
Güzel bir KPSS sayfası ararsan: 
70- 23 mayıs 2013 itibariyle Japon kredi derecelendirme kuruluşu JCR Türkiye’nin kredi notunu BB den yatırım yapabilir seviyesi olan BBB -' ye yükselti
71- Türkiye’nin ilk yerli tasarım tanksavar füzesi UMTAS’tır. Umtaş 5 km uzaktaki hedefi başarıyla vurmaktadır.
72- Mayıs ayında İsveç’te düzenlenen 58. Eurovision şarkı yarışmasını kazanan ülke DANIMARKA dır.
73- Türkiye’nin ilk yerli üretim ve eğitim uçağı HÜRKUŞ.
74- Dünya sağlık örgütü WHO Şubat 2013’te ağır solunum yetersizliğine neden olan CORONA virüsü etkilerini dikkate alınması konusunda dünyayı uyardı.
75- Avrupa Türk iş zirvesi 3-5 Mayıs’ta KOPENHAG da yapıldı.
76- Türkiye de üretilen mayına karşı dayanıklı tankımızın adı KİRPİ’dir
77- İslam İşbirliği teşkilatının mali temas grup toplantısı 13 Mayıs 2013’te CÎDDE de toplandı."
78- 2013 de Türkiye kullanılmaya başlayan, hatta birçok devlet tarafından talep edilen Milli Savaş Helikopterimizin ismi ATAK’tır.
79- 21 Haziran-13 Temmuz 2013 tarihleri arasında düzenlenecek FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası Türkiye’de yapılacaktır. Kupanın final maçı İstanbul’da oynanacaktır.
80- 1 Temmuz 2013 tarihinde Avrupa Birliği’nin 28. üyesi olacak olan Hırvatistan, Avrupa Birliği (AB) uyum yükümlülükleri çerçevesinde, 1 Nisan 2013′ten itibaren Türk vatandaşlarına vize uygulayacak.
81- 2. Dünya Türk Forumu” Türk dünyası ve Diasporalarının yaklaşık elli ülkedeki sivil toplum liderleri, akademisyen, düşünce ve kanaat önderlerinin katılımıyla 3-5 Nisan 2013 tarihleri arasında “Türk Diasporası ve Türk Dünyası Vizyon 2023” ana başlığı altında İstanbul’da gerçekleştirilecektir.
82- 20 Nisan 2013 tarihinde yapılan Dünya Bankası ve IMF Yıllık Bahar Toplantıları ABD’nin başkenti Washington’da yapılmıştır.
83-Mart 2013′de düzenlenen 13. Dünya Sosyal Forumu ilk defa bir Arap topraklarında TUNUS’ta yapılmıştır.
84- Birleşmiş Milletler 2013 yılını ‘Su Dayanışması Yılı’ ilan etmiştir.
85- 2013 Avrupa Kültür başkenti Fransa’nın Marsilya kenti ve Slovakya’nın Kosice kentleridir.
86- Nisan 2013′de düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yapılmıştır.
87- 27 Nisan 2013 tarihi itibariyle Moldova ile karşılıklı olarak vizeler kaldırılmıştır.
NOT: Yakın zamanda karşılıklı olarak vize kaldırılan ülkeleri unutmayalım, muhtemelen hangisiyle vize kaldırılmamıştır diye gelir soru.
88- 30 Nisan 2013 itibariyle KUVEYT ile karşılıklı olarak vizeler kaldırıldı
89- Nisan 2013′de çöken iş merkezinde 800′den fazla kişinin öldüğü ülke Bangladeş’dir.(Dakka)
90 - 2013′de bitirilmesi planlanan Ortadoğu ve Balkanların en büyük tematik parkı olma özelliği taşıyan Anadolu Harikalar Diyarı Kayseri’de yapılmaktadır.
91 - Mayıs 2013′de düzenlenen Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu’nun 38. Kongresi İstanbul’da yapılmıştır.
92 - 14-15 Mayıs 2013 tarihlerinde düzenlenen Türkiye-Sırbistan-Bosna Hersek üçlü Devlet Başkanları zirvesi Ankara’da yapılmıştır.
93 Mayıs 2013 itibariyle Anonim Şirket olan Ulaştırma Bakanlığına bağlı kuruluş PTT’dir.
94- Karabük Üniversitesi, Hicaz Demiryolu çalışmaları dolayısıyla Sultan II. Abdülhamit’e onursal doktora diploması verecektir.
95- Mayıs 2013′de Ulaştırma Oscar’ı olarak bilinen Toplu Taşıma için Politik Vizyon ve Yüksek Düzeyli Destek Ödülü Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a verilmiştir.(Eski ulaştırma bakanı)
96- Mayıs 2013′de düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Ortadoğu ve Kuzey Afrika Zirvesi Ürdün’ün başkenti Amman’da yapılmıştır.
97- Mayıs 2013′de göreve gelen Türkiye Barolar Birliği’nin yeni başkanı Metin Feyzioğlu olmuştur.
98- Mayıs 2013′de düzenlenen Türkiye – AB 51. Ortaklık Konseyi toplantısı Brüksel ( Belçika)’da yapılmıştır.
99- Uşak Arkeoloji Müzesi’nden çalınan “Kanatlı Denizatı Broşu” Mart 2013′de ülkemize iade edildi..
100- Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan’ın birlikte Ocak 2013′de kurduğu askeri birliğin adı Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri’dir.
101- 29 Mayıs 2013′de İstanbul’da temeli atılan 3. köprünün ismi Yavuz Sultan Selim Köprüsü olacaktır
102- Tusiad yönetim kurulu başkanlığına MUHARREM YILMAZ getirilmiştir.
103- 2014 Avrupa kültür başkentleri ikilisi UMEA- RİGA dır.
Güzel bir KPSS sayfası ararsan: 
104- Yüksek seçim kurulu başkanlığına SADİ GÜVEN getirilmiştir.
105- 2013 yılında Türkiye’de yapılacak olan FIFA U 20 dünya kupası tanıtımı yapan maskotun adı KANKİ
106- 2013 Avrupa yeşil başkent ödülünü Fransa’nın NANTES kenti almıştır.
107- Mayıs 2013′de ”Türk ekonomisi potansiyel sermaye kaymalarına karşı daha dayanıklı. Düşük maliyetli borçlanma nedeniyle Türk şirketleri daha rekabetçi konuma yükseldi” şeklinde açıklama yaparak ekonomimizi öven kredi kuruluşu Standard&Poor’s'dur. Ee ne demişler yiğidi öldür hakkını yeme
108- Türkiye İstatistik Kurumu’nun Şubat 2013 verilerine göre Türkiye’de işsizlik oranı %10,5′dir. Yunanistan işsizlik oranında %27’lerde dolanmaktadır. AB Ülkelerinde işsizlik oranı en yüksek ülkedir.
109- Dünya Sağlık Örgüt Mayıs 2013′de “Küresel Tütün Kontrolü Özel Prestij Ödülü”nü Recep Tayyip Erdoğan’a vermiştir.
110- Brüksel merkezli “Avrupalı Tüketicilerin Tercihi” adlı örgütün turizmciler ve tüketiciler arasında yaptığı oylama sonucunda İstanbul, Avrupa’nın en iyi destinasyonu seçilmiştir
111- Nisan 2013′de Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun düzenlediği 8. Türk-Arap Ekonomi Forumu İstanbul’da yapılmıştır. 112- Mart 2013′de Türkiye’nin Onur Ülkesi olarak katıldığı Gayrimenkul Yatırım Fuar’ı Fransa’nın Cannes şehrinde yapıldı.
113- Nisan 2013′de Tiyatro Eleştirmenleri Birliği tarafından düzenlenen ödül töreninde yılın tiyatro ödülünü Mehmet Birkiye’nin yönettiği Sessizlik adlı oyun almıştır


56 Yaşında Hayat Gözlerini Yuman Milyarder Steve Jobs'un Yazdığı Son Yazı

İş yaşamında büyük başarılara ulaştım. Kimilerinin gözünde yaşamım başarının simgesi, fakat işin dışında çok az neşem oldu benim. İşin sonu...